Profesör Doktor
Haluk Sargın
Endokrinoloji ve Metabolizma
İç Hastalıkları
Hakkımda
Profesör Doktor
Haluk Sargın
Endokrinoloji ve Metabolizma
İç Hastalıkları

Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Dahiliye Asistanı 1990-1995
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi-İç Hastalıları Uzmanı 1995-1996
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Dahiliye Baş Asistanı 1996-1997
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Endokrinoloji Yan Dal Asistanı 1998-2000
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Endokrinoloji Uzmanı 2000-2007
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Endokrinoloji Doçenti 2007

Erzincan 1 nolu Sağlık Ocağı Mecburi Hizmet-Askerlik Hizmeti 1986-1990
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1990-1995
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1995-1996
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1996-1997
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1998-2000
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2000-2007
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2007-2011
Kadıköy Florence Nightingale Hastanesi Konsültan Hekim
Özel Muayenehane 2011-

Tip 1 Diyabet

TİP 2 Diyabet

Diyabet ve Kalp Sağlığı

Diyabet (şeker hastalığı)

Gizli diyabet erken tanısı ve koruyucu eğitimi

Diyabet komplikasyonlarına karşı hasta eğitimi ve takibi

Hipertioridizm

Obezite (fazla kilo-şişmanlık)            

Osteoporoz (kemik yoğunluğu kaybı)

Hirsutismus (kadınlarda kıllanma artışı)

Adet düzensizlikleri tanı ve tedavisi

Polikistik over sendromu         

Büyüme ve gelişme yetersizlikleri

Hipofiz hastalıkları

Hipofiz hastalıkları  böbreküstü bezi hastalıkları           

Çeşitli hastalıklara uygun diet önerileri           

Ev hastası muayenesi ve takibi           

Tıbbi Danışmanlık Hizmetleri

+90 216 338 11 44 ,+90 216 349 75 13
Özel Muayenehane
Bağdat Caddesi No:101/2 Ocak Apt. Feneryolu - Kadıköy/İSTANBUL Feneryolu - Kadıköy İstanbul
Sosyal Medya Hesapları
bir blog ekledi 

Tip I Diyabet Nedir ?

İnsuline bağımlı diyabettir. Genetik, çevresel ve immünolojik etkenlerin sinerjistik etkisiyle pankreasın beta hücrelerinin hasarlanmasıyla ortaya çıkar. Çocukluk yıllarında veya genç yaşta ortaya çıkan tip I diyabette beta hücrelerinin %80’i kayboluncaya dek diyabetin klinik belirtileri ortaya çıkmaz. Bu eşiğe kadar glukoz toleransı olurken daha sonraları normal glukoz toleransı sürdürülemez. Glukoz intoleransı olan bu evre genelde puberta veya bir infeksiyon hastalığı ile tetiklenir. Otoimmun olay ilerleyicidir ve beta hücreleri zaman içinde tamamıyla tahrip olur ve diyabet insüline bağımlı olarak kalıcı hale gelir.

Tip I Diyabeti Ortaya Çıkaran Faktörler Nelerdir ?

En sık puberta veya enfeksiyonlar bu durumu aşikar hele getirir. Okul öncesi (6 yaş civarı), puberta (13 yaş civarı) geç adolesans dönemi (20 yaş civarı) üç pik görülür.

Kimler Risk Altındadır, Kimlerde Olur ?

HLA DR3, HLA DR4 haplotipi (doku grupları) risk altındadır.Tip I diyabetin gelişimine yatkınlık yaratan genlerin esas yerleşimi 6.kromozom HLA lokusudur.HLA gen polimorfizmi Tip I diyabetin gelişimine zemin hazırlayan genetik etkenlerin %40-50’den sorumludur.
Çevresel faktörler olarak kızamıkçık,,koksaki virüsler ve ilk 1 yaşta inek sütü kullanımı Tip 1 Diyabet gelişimine sebep olan etkenler olarak tespit edilmiştir.

Tip I Diyabetin Belirtileri Nelerdir?

İştahsızlık, ağız kuruluğu, çok su içme, açlık hissi, çok idrara çıkma, gece idrara çıkma, kilo kaybı, yorgunluk, çabuk yorulma, gece idrara kalkma daha nadir bulanık görme, açıklanamayan kilo kaybı, inatçı infeksiyonlar, tekrarlayan mantar infeksiyonları, kaşıntı başlıca bulgulardır.
Hastalar sıklıkla zayıf ve normal kiloludurlar. Son yıllarda insülin direncinede hakim olan tip 2’ye benzeyen kilolu kişilerde görülen tipide tanımlanmıştır.

Tip I Diyabetin Tanısı Nasıl Konur ?

Açlık kan şekeri veya gün içerisinde rast gele bir saatte tesbit edilen yüksek kan şekeri Hb A1c (üç aylık kan şekeri ortalaması) %6’nın üstünde olması, düşük c peptit seviyesi ve pankreasın B hücrelerine karşı oluşan odacık otoantikorlarının tesbiti.

Tip I Diyabetin Tedavisi Nasıldır?

Söz konusu insülin eksikliği olduğu için, yoğun insülin tedavisi (4’lü veya 5’li) tek seçenektir. Tedavi edilmeyen, ihmal edilen ve kontrolden çıkan Tip I Diyabet hangi sonuçlara sebebiyet verir. En sık rastlanan diyabetik ketoasidozdur. Diyabetik ketoz komasına kadar gidebilir. İyi regüle edilemeyen kan şekerlerinde diyabetin klasik komplikasyonlarından olan kalp-damar, göz ve böbrek hasarları geri dönüşümsüz hasar bırakıcı şekilde gelişir. Bunların sonucu böbrek yetmezliği ve diyaliz, periferik damar hastalıkları engellenemediği durumlarda uzvun kesilmesini gerektirecek sonuçlarda ortaya çıkabilir.

Tip I Diyabetten Korunma Mümkün Mü ?

Genetilk ve otoimmun sebepler temel faktördür. Çevresel faktörlerde tetikleyici olması sebebiyle korunma pek mümkün görülmemektedir. Bebeklik döneminde inek sütü verilmemesi , viral infeksiyonlardan korunma (aşılar vs) gibi çevresel faktörlerin azaltılmasını sağlamak hedeflenmelidir. Otoimmun ve genetik nedenleri ortadan kaldırmak pek mümkün görünmemektedir.

Tip I Diyabetli Hastaların Yaşam Hijyeni

  • Bu hastalar yoğun insülin tedavisine (4’lü, 5’li)mutlak riayet etmeliler, kan şekerini normalize eden insülin dozunda idame tedaviyi sürdürmeliler.
  • Öğün yemekleri belirlenen miktarlar üzerinden zamanında alınmalı, ara öğün alımını da ihmal etmemeliler. (3 ana, 3 ara duruma göre 5-6 ara) Asla öğün atlanmamalı.
  • Haftalık egzersiz ve spor programlarını mutlaka uygulamalı, bunu yaparken bilinçli bir uzman tarafından spor programı kişiye özel oluşturulmalı.
  • Doktorun isteğine göre aylık, üç aylık, altı aylık ve senelik kontroller mutlaka yapılmalı.
  • Senelik göz dibi muayenesi yapılmalı.
  • 3-6 ayda bir idrar tahlili ve idrarda protein araştırılmalı.
  • Komplikasyonlar oluştuysa komplikasyonların durumuna göre (kardiovasküler, göz ve nefroloji) spesifik uzmanlarca bu sistemler gözden geçirilmeli.
  • Hasta diyabetik ayak komplikasyonlarına karşı diyabet hastası ayak standartlarına uygun ayakkabı seçmesi, ayak bakımı yapması, özellikle amputasyona kadar gidebilen ciddi komplikasyon oluşmuş diyabetik ayak hastaları için son derece hayati bir konudur.
    bir blog ekledi 



    Diyabet mikrovasküler ve makrovasküler komplikasyonlara sebep olan glukoz metabolizması hastalığıdır. Başlıca kalp damar hastalıkları, böbrek fonksiyonu bozukluğu, göz rahatsızlıkları (retinopati, katarakt) ve nörolojik problemlere yol açar. Bu komplikasyonlar sık rastlanılan tartışılan ve dile getirilen diyabet mağduriyetleridir.

    Bunun yanında çok dile getirilmeyen tartışılmayan paylaşmakta çekinilen önemli komplikasyon diyabete bağlı cinsel sorunlardır. Ereklerde oluşan diyabete bağlı cinsel sorunlar daha farkındalık gösterir. Kadınların cinsel sorunları çoğu zaman atlanmaktadır.

     

    Diyabetik erkeklerde görülebilen cinsel sorunlar nelerdir?

    • Libido azalması (cinsel isteğin azalması yada kaybolması)
    • Erektil disfonksiyon
    • Retrograd ejakülasyon (geriye boşalma)

     

    Diyabetik kadınlarda görülebilen cinsel sorunlar nelerdir?

    • Orgazm problemleri
    • Cinsel organın ilişki esnasında ıslanmaması ve buna bağlı ağrılı cinsel ilişki
    • Libido azalması
    • İlişki esnasında uyarılamama

     

    Yukarıda zikredilen diyabete bağlı cinsel sorunlar, diyabetin mikro ve makrovasküler komplikasyonlarına bağlı gelişmekle beraber hastalığa eşlik eden diğer faktörlerde  belirleyicidir.

     

    Bunlar başlıca:

    • Alkol kullanımı
    • Sigara içimi
    • Hipertansiyon
    • Dislipidemi
    • Aterosklerotik hastalıklar
    • Obezite
    • Yaş
    • Psikolojik rahatsızlıklar
    • Sosyoekonomik koşullar
    • Hastanın eğitim durumu
    • Hastanın medeni durumu en önemlileridir.

     

    Diyabetik erkeklerde cinsel sorunlar %45-90  diyabetik kadınlarda %40-60 dır.

    Diyabetik hastalarda özellikle kötü kontrollü diyabetik vakalarda tedaviye dirençli, uzun süren, tekrarlayan genitoüriner enfeksiyonlara sık rastlanır. Bunun yanında kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği, diyabetik ayak , eklem deformiteleri, kullanılan bir takım ilaçların yan etkileri mevcut cinsel sorunlara ilave katkı yapmakta, hastalığın sunuluşu, tedavisi takibi ve teşhisini iyice karmaşıklaştırabilmektedir. Diyabetik hastalarının büyük ekseriyetinde psikiyatrik ve psikolojik problemler bulunmakta. Bunlardan başlıcaları anksiyete ve depresyon olmaktadır. Bu rahatsızlıklarda cinsel sorunları arttırmakta iyice içinden çıkılmaz hale getirebilmektedir.

    Diyabete bağlı cinsel sorunlarda diyabetin damarların yapısını bozucu etkisine sekonder gelişen genitoüriner sistem doku beslenmesinin bozulmasına ilaveten, diyabete bağlı gelişen nörolojik tutulumlar (sinir tutulumları) cinsel organ fonksiyonlarını bozmakta bazen de fonksiyon dışı bırakmaktadır. Sonuçta cinsel performans düşmektedir.

    Diyabete bağlı cinsel sorunlar sadece endokrinoloji uzmanıyla değil konuyla ilgili geniş bir kadro ile takibi gereklidir.

     

    Bu kadroda başlıca:

    • Endokrinoloji uzmanı
    • Üroloji uzmanı
    • Kadın doğum uzmanı
    • Psikiyatri uzmanı
    • Diyabet hemşiresi
    • Diyetisyen bulunmalıdır.

     

    Seks ile ilgili toplumsal ve ailesel baskılar kişisel tabular, doktorların bu konuyu yüzeysel geçmeleri veya üzerinde durmamaları özellikle kadın hastalarda bu problemlerin gözden kaçmasına sebep olmaktadır.

    Diyabetik hastaların cinsel problemlerinin tedavisinde kan şekerlerinin normalleştirilmesi dışında ilave kalp damar, solunum, böbrek, diyabetik ayak eklem hastalıkları, göz rahatsızlıkları gibi ilave rahatsızlıkların da en iyi şekilde takip ve tedavi edilmelidir.

    Psikiyatrik ve psikolojik destek tedavisi de asla ihmal edilmemelidir.

    Kullanılan ilaçlar arasında cinsel fonksiyonları olumsuz etkileyen ilaçlar varsa yan etkisi olmayan ilaçlarla değiştirilmeli.

    Sigara alkol kullanımı varsa bu alışkanlıklar ivedilikle terkedilmeli.

    Kişiselleştirilmiş diyet ve egzersiz programları oluşturulmalı.

    Duruma göre cinsel performansı düzelten veya arttıran ilaçlara da başvurulabilinmelidir.

    bir blog ekledi 

    Folat olarak da isimlendirilir. Besinlerde bulunur. Folik asit onun farmakolojik adıdır. Yeni hücre üretimi, deri hücresi, kırmızı kan hücresi için gerekli bir B vitamini türüdür.

    • DNA ve RNA yapımı için mutlak gerekli bir vitamindir. Bu sebeple çocukluk ve gebelik esnasında folik asit ihtiyacı artar. Kırmızı kan hücrelerinin yapımı için de gereklidir. Eksikliğinde kansızlık ( anemi ) oluşur.
    • Folik asit damar sertliği yapan homosistein seviyesini azaltır. Böylece inme, felç, kalp krizi, demans (bunama) gibi rahatsızlıkları önleyici rol oynar.
    • Homosistein seviyesi yüksek olan hastalarda B12 ve B6 vitamini beraber alınmalıdır.
    • Folik asit (folat) gıdaların enerjiye dönüşmesinde kilit rol oynayarak vücudun sağlıklı çalışmasını sağlar ve bunun için gerekli enerjiyi verir.
    • Göz, saç, cilt, karaciğer ve diğer pek çok organ ve dokunun sağlığı buna bağlıdır.
    • Folat aynı zamanda beyin fonksiyonunun düzenini korumak açısından önemlidir.
    • Saçlara katkısı saç foliküllerindeki hücreleri geliştirir, saçların sağlıklı uzamasını temin eder. Eksikliğinde saç uzamasının yavaşlaması, saç beyazlarının artması gibi bulgular verir.
    • Folik asit eksikliğinde anemi belirtileri sonucu uyuşukluk, efor esnasında nefes darlığı, deri ve mukozalarda solgunluk bulgularına rastlanır.
    • Ağız kenarında çatlaklıklar folik asit eksikliğinde rastlanmakla beraber B2, B6 vitamini eksikliğinde de görülebilmektedir.
    • Depresyona sebep olabilmektedir.
    • Daha ağır eksikliklerinde sinir harabiyetine bağlı periferik nöropati görülebilir.

    Folik asit yetersizliğinin sebepleri

    Gıda alınımın azalması

    Alkolik kişilerde, iyi beslenmeyen kişilerde sık rastlanır. 4-5 ayı geçen eksikliğinde megaloblastik anemi dediğimiz tablo ortaya çıkar. İleri yaşlarda folik asit eksikliği sıkça görülmektedir.

    Folik asit ihtiyacını arttıran durumlar

    . Gebelik

    . Hemolitik anemi dediğimiz kan hücrelerinin yıkıldığı durumlar

    . Bazı cilt rahatsızlıkları

    . Bazı ilaç kullanımlarında

    Methorexate ( kanser tedavisinde kullanılır )

    Sulfasalazin ( crohn hastalıklarında kullanılır )

    Triamteren ( idrar söktürücü )

    Fenitoin ( epilepsi ilaçları )

    Genetik olarak folik asit emiliminin bozulduğu durumlar

    Nadir olarak bebeklerde görülür. Anemi, ishal ve nörolojik kusurlarla ortaya çıkar.

    Folik asit alımının gerekli olduğu özel durumlar

    • Gebelik öncesi başlanmalıdır
    • Gebelik ve emzirme döneminde kullanım sürdürülmelidir
    • Bağırsak hastalığı sebebiyle emilim kusuru yaşayan hastalarda
    • Alkol kullanımı olanlarda ( alkolün sık tüketilmesinde )
    • Dializ tedavisi görmekte olan böbrek hastalarında
    • Karaciğer rahatsızlığı olan hastalarda
    • İşitme güçlüğü çeken yaşlı hastalarda
    • Folik asit eksikliğine bağlı megaloblastik anemilerde

    Folik asit eksikliği nelere yol açar?

    • Çocuk ve bebeklerde büyüme yavaşlar
    • Eksikliğinde megaloblastik anemi ( kansızlık ) olur
    • Folik asidi düşük annelerde, sinir hasarı olan bebekler veya düşük doğum ağırlıklı bebekler olur
    • Eksikliğinde kilo kaybı, iştahsızlık, ishal görülür. Baş ağrısı, unutkanlık, dilde ağrı, davranış bozuklukları ile klinik tablo meydana çıkar
    • Kan Hemosistein seviyesinin yükselmesine sebep olur

    Folik asit eksikliği ve gebelik

    • Folik asit bebek gelişimi açısından hayati öneme haizdir.
    • Vücutta protein sentezi
    • Hücre çoğalması
    • Kemik iliğinin görevini eksiksiz yerine getirmesini sağlar.
    • Fetal büyüme (anne karnındaki büyüme ) ve gelişme hücre bölünmesiyle karakterize bir dönemdir. DNA ve RNA üretiminde kritik rolü sebebiyle bu dönemde yeterli folik asit alımı çok mühim bir konudur.
    • Bu dönemdeki folik asit alımındaki eksikliklerde merkezi sinir sistemi anormallikleri başlıca nöral tüp defekti en sık rastlanan anomalidir. Bu anomaliler spina bifida denilen omurgada küçük bir açıklıkla gözükebilirken en ileri ve vahim formu olan bebeğin kafatası ve beyninin gelişmediği anensefali en ağır tabloyu uluşturur.
    • Genellikle gebe kalan kadınların gebelik öncesi folik asit eksikliği hafif ya da orta düzeyde bulunur. Gebelikte bu ihtiyaç hızla artar ve folik asit yetmezliği ortaya çıkar. Bu yüzden folik asit takviyesi gebelik planlamasından en az 3 ay önce başlanmalıdır. Gebeliğin 3. ayının sonuna kadar mutlaka kullanılmalıdır.
    • Artık gebelik ve emzirme dönemini de kapsayacak şekilde alım önerilmektedir.

    Folik asit’e günlük ihtiyaç 400 mikrogram kadardır.

     Gebelikte ihtiyaç 600-800 mikrograma kadar çıkmaktadır.

     Folik asit günde 100 mikrogramdan fazla alınmamalıdır.

    Folik asitin koruyucu özelliği

    • Yaşlıları işitme azlığından korur
    • Hipertansiyon ve damar sertliğinden korur
    • Kalınbarsak ( kolon ) kanserinden korur
    • Gebelikte kullanımı merkezi sinir sistemi anomalileri olan nöral tüp defektinden korur
    • Kemik kırıklarından hemosisteini azaltarak korur

    Folik asit eksikliği olanların tedavisinde B12 eksikliğine de dikkat etmek gereklidir. Bu kişilerde eğer B12 eksikliği de beraberinde varsa sadece folik asit tedavisi B12 eksikliğine bağlı beyin ve sinir hasarının kalıcı olmasına sebep olabilir. Bilhassa yaşlılarda B12 ve folik asit düzeyine beraber bakılmalıdır.

    Folik asitten zengin gıdalar nelerdir?

    • Mercimek ( yarım kase pişmiş mercimek 180 mikrogram folik asit içerir )
    • Yeşil yapraklı sebzeler ( ıspanak, karalahana (en fazla) 2 kase ıspanak 218 mcg folat içerir)
    • Narenciye ( bir büyük portakal 55 mcg , bir bardak portakal suyu 50 mcg folat içerir )
    • Barbunya ( yarım kasesinde 115 mcg folat vardır )
    • Brokoli ( 4-5 adet brokoli 100 mcg folat içerir )
    • Kuşkonmaz ( kase başına 79 mcg folat içerir )
    • Ayçekirdeği ( 1 avuç 82 mcg folat içerir )
    • Domates suyu ( bir bardakta 50 mcg folat vardır )
    • Yumurta ( bir adette 25 mcg folat vardır )
    • Zenginleştirilmiş ekmek ve tahıllar.
    bir blog ekledi 

    Kırmızı kan hücresi (eritrosit ) yapımı, sinir dokusunun işlevi, hücrelerde bulunan DNA’nın yapımı için gerekli bir vitamindir.

    Gıda ile alınan B12 vitamini mideden salgılanan intrensek faktör adındaki proteinle birleşerek bağırsaklardan emilir. Bu vitaminin kusursuz emilimi için mide pankreas ve bağırsakların sağlıklı bir şekilde görevini yerine getiriyor olması gereklidir.

    B12 vitamini en çok hayvansal gıdalarda bulunur. Başlıca kırmızı et, hindi, tavuk eti ve balıkta bulunur. Daha az oranda yoğurt ve sütte bulunur. Bitki içerikli gıdalarda bulunmaz.

    B12 Eksikliğinin Sıklıkla Görüldüğü Durumlar

    • Yaşlılarda
    • Gebelerde
    • Atrofik gastrit mide asit varlığında azalma
    • Kronik alkol kullanımında
    • Mide ameliyatı geçirenlerde
    • Mide ilaçları kullananlarda ( proton pompası inhibitörlerinde, H2 reseptör antagonistlerinde )
    • Antibiyotik tedavisi sonucu barsak florasının bozulması, bağırsakta artan bakteri seviyesi
    • Uzun süre şeker hastalığı sebebiyle kullanılan metformin
    • Pankreas bezinin çalışmasını bozan durumlar
    • Midede helikobakter pilori bakterisinin varlığı
    • Depresyonlarda
    • Alzheimer hastalarında
    • AİDS hastalarında
    • Sjögren sendromu denilen salgı bezlerini tutan rahatsızlıkta
    • Et yemeği yemeyen vegeteryanlarda
    • Kalıtımsal B12 eksikliği durumlarında
    • Gutta kullanılan kolşisin ilacının uzun süre kullanımında
    • Kloramfenikol ,neomisin gibi antibiyotiklerin kullanımında

     

    B12 Eksikliği Bulguları

    • . Anemi ( kansızlık ) megaloblastik anemi
    • . Dilde yanma ( glossit )
    • . Bağırsaklarda emilim bozuklukları
    • . Halsizlik, yorgunluk
    • . Bacaklarda hissizlik, uyuşma
    • . Hafızada zayıflama
    • . Kişilik değişiklikleri
    • . Bulantı
    • . Kabızlık
    • . Gaz
    • . İştah kaybı
    • . Kilo kaybı
    • . Unutkanlık
    • . Demans ( bunama )
    • . Denge bozukluğu
    • . Yürümede zorluk
    • . Kulakta çınlama

    Günlük B12 İhtiyacı ne kadardır?

    Günlük B12 ihtiyacı 2.4 mikrogramdır.

    B12 fazlalığında vücutta birikme, zarar verme söz konusu değildir.

    bir blog ekledi 

    İnsan sağlığını tehdit edecek oranda vücut yağ dokusunda yağ birikmesidir. Bunun sonucu olarak da metabolik, endokrinolojik değişiklikler meydana gelir. Sebebi tam olarak açıklanamamış olup genetik ve çevresel faktörler sorumlu tutulmuştur. Halihazırda dünyanın özellikle gelişmiş ülkelerinde ciddi sağlık problemi haline gelmiştir. Bu ülkeler genelde endüstrileşmiş olup bu ülkeler içinde düşük gelir katmanında olan kesimlerde daha çok rastlanır. Şehir hayatında kırsal kesim hayatına göre daha sıktır.

    Vücut Kitle İndeksi


    Obezitenin ölçümünde vücudun ağırlığının (kg olarak) boyun metre cinsinden karesine bölünmesi (m2) hesabıyla tespit edilir.

    VKI = BMI = Kg/m2

    Vücut Kitle Değerlendirilmesi

    BMI
    18.9 kg/m2 kilo azlığı
     24.9 kg/m2 sağlıklı
    25-29.9 kg/m2kilolu
    30-34.9 kg/m2hafif obezite
    35-39.9 kg/m2 şiddetli obezite
     40 kg/m2çok şiddetli obezite


                   

    BMI değeri 25-34.9 kgm2 olan kişilerde erkek olanların bel çevresi 102cm kadınların 88cm in fazla olması yüksek risk grubunu oluşturur. BMI nin 35 üstü olanların bel çevresi ölçümünün risk değerlendirmesi açısından bir önemi yoktur.


    vucut kitle indeksi


    Obezitenin Sık Görülen Sebepleri

     

    • Kadın olmak
    • Yaşla doğru orantılı artması (yaşlılık)
    • Doğum sayısı
    • Evli olmak
    • Alkol kullanmak
    • Sigarayı yeni terk etmiş olmak
    • Kötü beslenme alışkanlıkları
    • Fiziksek aktivitede azalma
    • Anne ve babada obezite öyküsü
    • Psikiyatrik problemler (emosyonel stres, depresyon, mental hastalıklar, anksiyete)
    • Bazı ilaçlar (antidepresanlar, antipsikotikler, antiepileptikler, steroidler-kortizon seratonin antagonistleri ve antidiyabetikler)
    • Psikososyal hadiseler
      • Erken yaşta anne babayı kaybetme
      • İyi gitmeyen evlilikler
      • Ailede alkolizm olması
      • Kronik depresyon
      • Çocuklukta cinsel tacize maruz kalma
    • Nöroendokrin sebepler
      • Polikistik over
      • Hipotiroidi
      • İnsülin direnci yapan durumlar
      • Hipogonadizm
      • Cushing sendromu
      • Büyüme hormonu yetersizliği
    • Sosyoekonomik faktörler (düşük gelir düzeyi olan kesimler)
    • Obezitede genetik ve çevresel faktörler çok önemli rol oynar.
    • Anne ve babanın obez olması, ailecek hareket alışkanlığından uzak olmaları obezite açısından fevkalade uygun bir ortam oluşturur. Ailenin sağlıksız yemek yeme alışkanlığı çocuğa da nüfus eder ve bir hayat tarzı haline gelir.

    Obezite aldığımız kalorinin harcadığımız kadarından fazla olma halidir.

    Anne sütü ile beslenmenin obezite riskini azalttığı buna karşın mama ile beslenmenin obezite riskini arttırdığı yapılan çalışmalarda tespit edilmiştir.

    Diyabetik anneden doğan çocuklarda obezite riski, karın çevresi yağlanma oranı yüksektir.

    Obezitede Görülen Endokrinolojik Değişiklikler Nelerdir?

    • Obezite de vücut kortizon salınımı artar fakat dolaşımdaki kortizol düzeyi kortizol atılımındaki artış sebebiyle dengelenir. Birçok obez hastada kan kortizol düzeyi yüksekliğinin başlıca sebebi budur.
    • Kan insülin düzeyi artar ve insülin direnci ortaya çıkar, kas ve yağ dokusunun insülin duyarlılığı azalır. Bu durum hastanın daha fazla yemek yemesini tetikler, yemeklere aşırı insülin cevabı ortaya çıkar.
    • Büyüme hormonu seviyesi düşer.
    • Erkekte testesteron seviyesi düşer.
    • Kadında testesteron, androstenedion artar progesteron azalır.
    • Kadında sekshormon bağlayan globulin azalır. Serbest testesteron artar.
    • Artmış leptin düzeyi ve leptin direnci santral ve periferik leptin duyarlılığında azalma.

    Obeziteyle Birlikte Sık Görülen Hastalıklar Nelerdir?

    • Hipertansiyon
    • Hiperlipidemi (kan yağlarında yükseklik)
    • Koroner artar hastalığı
    • İnsülin direnci
    • Hiperinsülinizm
    • Safra kesesi hastalıkları
    • Osteoartrit
    • Uyku apnesi (kronik hipoksiye bağlı polisitemi)
    • İnmeler
    • Kanserler (uterus, meme ve kolon)
    • Alkolik olmayan karaciğer yağlanması
    • Adet düzensizlikleri
    • Tüylenme artışı
    • Astım
    • Solunum zorluğu
    • Cerrahi müdahalelerde risk artışı
    • Trombofilebitler
    • Gut
    • Mikroalbuminuri
    • Strese bağlı idrar kaçırma (stres inkontinans)

    Obezite Tedavisi Nasıl Yapılır?

    Obezite tedavisinde hasta neden kilo vermesi gerektiği konusunda örneklemelerle ikna edilmelidir. Obezitenin bir çok hastalığı bünyesinde barındıran ana hastalık olduğu, obezite problemi halledilmeden onun meydana getirdiği hipertansiyon, diyabet ,koroner arter hastalığı, kanserler gibi rahatsızlıklarla da başa çıkmanın mümkün olmadığı hastaya ikna edici şekilde izah edilmelidir.

    Hasta ikna olmadan inanmadan obezite tedavisinde başarı mümkün değildir yada geçici başarılarla aynı hadise mükerrer defa tekrarlar.

    Tedavide 3 temel prensip vardır.

    • Kilo vermeyi sağlamak
    • Kilo verdikten sonra verilen kiloyu muhafaza etmek
    • Kilo alınmasını önlemek

    Yukarıdaki bu esaslar temel alınarak;

    • Obezite eğitimi
    • Diyet
    • Fizik aktivite ve egzersiz programı
    • Davranış terapisi
    • İlaç tedavisi
    • Cerrahi tedavi  ana başlıklardır.

    Tasarlanacak ilk hedef kilonun %10-15 ini 6-12 aylık zaman içinde vermektir.  Bu yaklaşık 5-10 kiloya tekabül eder.

    Bundan sonraki hedef kiloyu muhafaza etmek ve kilo almamaktır.

    O yüzden aynı kilo alma durumlarının tekrarlanmaması için davranış, diyet ve egzersiz programlarının uygulanması süreklilik arz etmelidir.

    Kilo Vermenin Faydaları Nelerdir?

    • Kilo vermeyle kan kolesterol ve trigliserit seviyelerinde düşmeler meydana gelir.
    • Kan şekeri ve açlık insülin, c -peptit düzeyinde (insülin direncinde) azalmalar olur.
    • Kan basıncında; sistolik kan basınç ve diastolik kan basıncında ciddi düşmeler tespit edilir. Yaklaşık %10 luk kilo vermeyle ölüm riski %20 oranında düşürülür.
    • Kanda pıhtılaşma faktörleri, inflamasyon markerı CRP, stokin ve adesyon molekülleri azalır.

    Diyet Tedavisi

    Diyet tedavisinde temel prensip alınan kalorinin azaltılması noktasındadır. Kalorinin 500-1000 kkal azaltılması hedeflenmelidir. Bu haftada 0.5-1kg arasında kilo verilmesini sağlar.

    Kalori alımı

    Kadınlarda     1000-1200kal

    Erkeklerde     1200-1600kal        civarında olmalıdır.

    Diyet 800 kalori altında verilmesi doğru olmaz.

    Dengeli bir diyette enerjinin %30 u veya azı yağlardan temin edilmeli geri kalanı sebze ve meyva kaynaklı olmalıdır. Günde 2 litre en az su tüketilmeli. Alkol alınımı da kısıtlamak gerekir.

    Fizik Aktivite ve Egzersiz Tedavisii

    Temel prensip hastanın yağ yakması, aldığı kaloriden fazla harcanmasıdır.

    Ayrıca verilen kilonun muhafazasını da temin eder.

    Başlangıçta yürüyüşe gün aşırı 30dk ile başlanabilir. Bu genç ve orta yaşta 45dk olmalıdır. Sonra tedricen  yürüme mesafesi ve süresi arttırılmalıdır.

    Hedeflenen saate yaklaşık 5km ,1 saat 15dk veya 20dk da 7-8km hedeflenmelidir. Bu ileri yaşlarda tabiki daha azaltılır, haftada 4-5 defa bunun yapılması idealdir.

    ·         Bunun yanında yüzme, bisiklete binme, plates, aerobik özendirilmelidir.

    ·         Şehir yaşantısında bağımlı olduğumuz vasıta  (özel otomobil, minibüs, otobüs, metro)  alışkanlığını azaltma, mümkün olduğunca yürüme fırsatları yaratma, her yere vasıta ile gitme yerine 1-2 durak önce inerek yürümeyi tercih etmek isabetli olur.

    ·         Asansör kullanımını minimalize etmek mümkünse inerken kullanılmamalı (merdiven çıkarken koroner arter hastalığı, astım gibi hastalarda sorunlar olabilir)

    ·         Çeşitli aktiviteler, uğraşlar bulmak, tamir işleri, araç temizliği, bahçe işleri gibi egzersiz bahaneleri bulma.

    ·         Hareket yapma konusunda zamanlama ve yer bulma sorunu olanlar evlerine yürüme bantları kondüsyon cihazları bulabilirler.

    vucut kitle indeksi

    Davranış Tedavisi

    Yemek yeme davranış anormalliği olanlarda psikolojik destek tedavisi gerekir. Ayrıca yemek yeme tipinin değiştirilmesi gerekir. Tekrarlayan yemek yeme nöbetleri aşırı kilo alımına sebep olur. Buna engel olmak tedavinin temelini oluşturur. Negatif  emosyonel durumlar depresyon aşırı yemek,anksiyete,, kızgınlık, üzüntü bu kişilerde aşırı yemek yeme nöbetleri ile ilgili gerekçe olmakta ve aşırı yemek yeme nöbetleri gelişmektedir.

    Yemek yerken bazı prensipler geliştirmek gerekir:

    • 3 ana yemeği (öğünü) zamanında yapmalı
    • Ara öğunleri almayı unutmamak
    • Günün aynı saatlerinde yeme
    • Yemek yerken alınan gıdaya konsantre olmak
    • Yemek yerken gazete okumamak, televizyon seyretmemek
    • Porsiyonları küçük tutmak
    • Tabakları küçük seçmek
    • Yemek pişirirken az miktarda yapmak
    • Her lokma sonrası çatal bıçağı kaşığı masaya bırakmak
    • Lokma aralarında su içmek
    • Yemeği evde aynı yerde yemek
    • Yemeği oturarak yemek
    • Alışverişe çıkıldığında aç karnına değil tokken yemek sonrası gitmek

    Başlıca davranış tedavisi unsurlarıdır.

    Çocuk kiloluysa eğitime ailenin de katılması temin edilmeli. Ailenin egzersiz programlarına katılması sağlanmalıdır. Çocuk aile işbirliği bu tür vakalarda şarttır.

    İlaç Tedavisi 

    • Koroner arter hastalığı, hipertansiyon, diyabet, uyku apnesi gibi en az bir hastalık ve BMİ>27kg m2 olanlarda ya da bu hastalıklar olmaksızın BMİ >30kg m2 olan hastalarda ilaç tedavisi uygulanabilir.
    • İlaç tedavisi davranış değişikliği, diyet ve egzersiz tedavilerinin en az 3 ay uygulanmış olması ve başarısız olması gerekir.
    • İlaç tedavisi 3-6 ay arasında %10 ve daha fazla kilo vermeyi sağlamışsa tekrar kilo almamak için ilaca devam edilebilir. Risk durumuna göre süreye karar verilir.
    • Anti obezite ilaç tedavisi mutlaka diyet egzersiz ve davranış tedavisiyle koordineli  yapılmalıdır.
    • İlaç tedavisiyle ayda 2kg dan daha fazla kilo kaybetmeyenler ilaç tedavisinden istifade edemeyecek demektir.

    Merkezi sinir sistem üzerinden etkili iştah kesici ilaçlar yasaklanarak piyasadan kaldırılmıştır. Bağırsaktan yağ emilimine mani olan ilaç tipleri kullanılmaktadır. Bu ilaçların yağlı gıdalarla alınmamalı, alınırsa yan etkiler artmaktadır.Başlıca yan etkileri mide bağırsak sisteminde olmaktadır.

    ·         Gazla birlikte sızıntı

    ·         Ani dışkılama ihtiyacı

    ·         Gevşek ve sulu dışkı

    ·         Yağlı dışkı

    ·         Dışkı kaçırma, defakasyon sıklığında artma

    ·         Yağlı lekelenme

    ·         Nadiren karında rahatsızlık, ağrı hissi, şişkinlik

    ·         Rektumda ağrı, rahatsızlık hissi

    ·         Diş ve diş eti rahatsızlıkları

    ·         Anksiyete, yorgunluk, baş ağrısı

    ·         Kaşıntı, egzama, ürtiker

    ·         Yağda çözünen A,D,E,K vitamin eksikliği

    Bağırsakta yağ emilimine mani olan ilaçların kullanılmaması gereken durumlar;

    • Hemoroidi olanlar
    • Mide bağırsak hastalığı olanlar
    • Emilim bozukluğu olanlarda (malabsorbsiyon)
    • Kolestaz ve hipersensitivitesi olanlarda
    • Gebelik ve laktasyon döneminde
    • Karaciğer ve böbrek yetmezliğinde    verilmemelidir.

    CERRAHİ TEDAVİ

    Komplikasyonları olan şiddetli obezitesi olan hastalarda uygulanabilir.

    • Jejunoileal bypass
    • Gastrik bypass
    • Gastroplasti
    • Silikon mide bandı

     

    Cerrahi tedavinin uygulanması için:

    • BMİ 40kg/m2 üzeri olması
    • Yaşın 18-65 yaş arası olması
    • Obezitenin en az 5 yıldır devam etmesi
    • Diyet ve ilaç tedavisinden sonuç alınamaması
    • Ameliyat sonrası kontrol ve diyet programına uyum sağlayabilecek olması
    • Majör psikolojik sorununun olması
    • Alkolizmin olması

    Kilo kaybı tedavilerinin yapılamayacağı durumlar:

    • Kontrol altında olmayan psikolojik hastalığı olanlar
    • Hamile ve emziren kadınlar
    • Anoreksia ve blumia nevroza hastalarında
    • Ciddi sistemik hastalığı olanlar

    Obezitenin Engellenmesine Yönelik Çalışmalar

    Son yıllarda endüstrileşmiş gelişmiş toplumların gittikçe artmakta olan sorunu  olarak karşımıza çıkmaktadır.

    Obezitenin tedavisi uzun ve meşakkatli bir süreçtir. Çoğunda başarı elde edilememektedir. Bu yüzden obezite önleme çalışmalarının üzerine yönelmek akıllıca bir strateji olacaktır.

    Obeziteyle mücadelede

    • Anne ve babanın çocuklara iyi bir model olması gerekir
    • Çocuğun aileyle birlikte öğünlerde yemek yemeli
    • Anne ve babada yanlış yeme alışkanlığı varsa düzeltilmeli
    • Çocuk acıkınca yemeği yavaş yemesi öğretilmeli
    • Yemeklerde yağ oranı azaltılmalı lifli gıdalar tercih edilmeli
    • Çocuklarda ödül veya hediye olarak şeker, çikolata verilmemeli
    • Kola, gazoz gibi gazlı içecekler tüketilmemeli bol su içmesi önerilmeli
    • Anne sütüyle beslenmeyi arttırma
    • Fastfood tipi yemekler ve cipsten kaçınılmalı
    • Meyve ve sebze tüketimi arttırılmalı
    • Tv seyretmeyi günde 2 saatin altında tutmalı
    • Tv seyrederken yemek ve kuru yemiş tüketilmemeli.
    • Sabahları sağlıklı bir kahvaltı yapmalı
    • ·Sosyal ortamlarda ve okullarda spor, oyun ve jimnastik alanları oluşturmak
    • · Medyada çikolata ve şekerleme reklamlarının kısıtlanması
      ilk akla gelen önlemler olabilir.
    bir blog ekledi 

    Çevre faktörü insanı birçok yönden etkilediği gibi sağlık konusunda da önemli roller oynamaktadır. Çevre faktörleri fiziksel, sosyal, biyolojik faktörler olarak değerlendirilirler. Mevsimsel faktörlerde bu çerçeve değerlendirilmeli. Mevsim değişiklikleri sağlığımızı etkilemekte bizi bazı tedbirler almaya zorlamaktadır.

     Cennet vatanımız Türkiye’miz dört mevsim ve mevsim değişiklikleri açısından çok şanslı bir ülke konumundadır. Bize dört mevsimi yaşatmakta, sahip olduğumuz dünya nimetleri için hava ve çevre çeşitliliği açısından da bu dört mevsim özelliği uygun ortam temin etmektedir. 

    Bu avantajların yanında mevsim değişiklikleri vücudumuzu da etkileyip bir takım değişikliklere yol açmaktadır. Sıcak-soğuk değişiklikleri vücudun adaptasyonunda sorunlar oluşturmakta, buda  vücudun strese girmesine yol açmakta ve savunma sisteminde bir takım zafiyetlere yol açmaktadır. 

    Sonbahar-kış aylarında vücudun direncinin düşmesi sonucu gribal salgınlara sık rastlanmaktadır. Bu durum kalp, hipertansiyon ve diyabet gibi kronik hastalıklarda çok daha fazla risk yaratmaktadır. 

    Grip virüsü, kalp, hipertansiyon ve diyabet hastalarında veya geriatrik (yaşlılık) vakalarda çok daha hızlı ilerleyerek zatürreye dönüşebilmekte ölümle neticelenen vahim durumlara sebep olabilmektedir. 

    Ani değişen ısı ve nem oranlarında uykusuzluk, halsizlik, yorgunluk, depresyona yol açmaktadır.

    Aşırı stresli, heyecanlı ve sinirli kişiler mevsim geçişlerinde kendilerini güçsüz hissederler ve hastalanmaya uygun bir ortam sahibi olurlar.

    Mevsim değişikliklerinde bazı hormon değişimleri de ortaya çıkabilir, iştah artışına sebep olabilir. Mevsim değişiklikleri tiroit problemi olan kişilerde olumsuz yönde etkileyebilir. Sıcak-soğuk hava geçişleri sebebiyle yorgunluk, stres ve gerginlik tiroit hormon düzensizliklerine sebep olabilmektedir. 

    Mevsim değişiklikleri; puslu, sisli, nemli ve gecenin uzun olduğu sonbahar-kış aylarında vücudumuzun mutluluk hormonu olan serotonin seviyesi düşük olmakta buda depresyon ve melankolik bir ruh halini doğurmaktadır. 

    Bu depresif durum hafif geçiştirilebildiği gibi ağır bir seyir gösterme şeklinde de ortaya çıkabilir. Bu durum insanların iş hayatındaki randımanını olumsuz etkilemekte, ayrıca özel hayatlarında da sıkıntılı bir sürece girilmesine sebep olabilmektedir. Sosyal hayatta da uyumsuzluklar olarak da tezahür etmektedir. 

    Ofis ortamı gibi kapalı ortamlarda çalışanlarla, fiziksel aktivite gerektiren işlerde çalışanlarda da mevsim değişiklikleri bilhassa sonbahar-kış aylarında yataktan yorgun ve bitkin kalkma adeta sabah “yataktan kazınma” halini alır. Bunun tabii sonucu iç sıkıntısı ve mutsuzluktur. Buda iş ortamındaki verimi, adaptasyon güçlüğü, konsantrasyon zorluğunu, enerji azalmasını ve dikkat dağınıklığını getirmektedir.

    Kadınların hormonal ve psikolojik dengeleri daha hassas olduğu için bu dönemlerde kadınlar daha fazla etkilenmektedir.

    Diyabet, kalp ve hipertansiyonu olan kişilerde bu problemler daha büyük boyutlarda yaşanır.Aynı durum yaşlılar, hamileler, ve çocuklar için de geçerlidir. 

    Bu grup hastalar daha yakından takip edilmeli, ilaçları muntazam alınmalı, dengeli ve dikkatli beslenmeli, bol su tüketmeleri öğütlenmelidir.

    Bilhassa yaz aylarında aşırı terlemeyi takiben gelişen sodyum, klor ve potasyum kaybı iyi takip edilmeli. Mineral ve elektrolit tedavisi gerekirse yapılmalıdır. 

    65 yaş ve üstü kişiler ve çocuklar bağışıklık zafiyeti sebebiyle risk oranı en yüksek gruptur. Bunların daha özel protokollerle takibi gerekir.

    Sisli-puslu-nemli havalar bilhassa yaşlı hastalarda adale ve eklem ağrılarını arttırmaktadır.

    İnfeksiyon hastalıkları da bu dönemlerde uygun zemin bulup sinüzit, rinit, tonsillet, otit faranjit, larenjit gibi üst solunum yolu hastalıklarına yol açarlar.

    Kış aylarında kilo alımı kolaylaşır. Hava koşulları sebebiyle hareket süresi ve ortamının azalması sonucu kış aylarında metabolizma yavaşlar. Havalar soğuğunca vücut, ısısını dengede tutabilmek için kendini korumaya alır ve yağ depolanır. Bunun tabii sonucu vücudun yağlanması ve kilo artışıdır. Yağ vücut için gerekli olan A, D, E ve K vitaminin emilimi sağladığı gibi vücut için gerekli ısının kaynağını da oluşturur.

     

    MEVSİM DEĞİŞİKLİKLERİNDE ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER
     

    • Havalardaki istikrarsızlığa kanıp çok kalın ve çok ince giyinilmemeli. Normal kalınlık hedeflenmeli,
    • Mümkün olduğunca kapalı ve havasız ortamlardan uzak durulmalı. Eğer ofis ortamındaysanız ara sıra hava alınabilir yerlere çıkılmalı veya ortam sık sık havalandırılmalı,
    • El temizliğine dikkat edilip özellikle göze temas ve ovuşturmadan kaçınılmalı,
    • Grip hastaları tecrit edilmeli, yatak istirahati önerilmeli zorunlu durumlarda maske kullanılmalı,
    • Grip ve zatürre aşıları yaptırılmalı. Bilhassa yaşlı, diyabetik, astımlı, kalp hastaları muhakkak aşılanmalı,
    • Dengeli ve sağlıklı beslenilmeli. Meyve sebze tüketimine ağırlık verilmeli. Vücut direncini güçlendiren C vitamini ve C vitamini kaynağı besinler tüketilmeli. Başlıcaları; Mandalina, portakal, limon, maydanoz ve biberdir.
    • Meyve ve sebzeler iyice yıkanmadan tüketilmemeli,
    • Bol su içimi teşvik edilmeli, aşırı soğuk su içilmemeli,
    • Aşırı yağlı yiyeceklerden kaçınılmalı, hafif ve lifli gıdalar tercih edilmeli,
    • A vitamini; Antioksidan özelliğe sahiptir. Serbest radikallere karşı önemli faktördür. Buda bağışıklık sistemini güçlendirir. Havuç, ıspanak, brokoli, kayısı, mandalina, portakal A vitamininden zengin gıdalardır.
    • E vitamini; Antioksidandır. Bitkisel yağlarda fındık, ceviz ve yeşil yapraklı sebzelerde vardır. Bağışıklık sistemini güçlendirir.
    • Ara öğünler ihmal edilmemeli. Ana öğünlerle birlikte ara öğünler alınmalı iştah bu vesileyle kontrol altında tutularak kilo alımı engellenmelidir. Öğün atlama ve ara öğün almama bir sonraki öğünde aşırı ve kalorisi yüksek gıdaların alınmasına sebep olmakta buda kilo alma sonucunu doğurmaktadır.
    • Spor ve düzenli egzersiz programlarının uygulanması yorgunluk, halsizlik ve depresyon şikayetleri olan kişilerde konsantrasyon arttırıcı, motivasyonu güçlendirici etki yapmaktadır.
    • Genellikle hafif sporlara balık tutma, avcılık, yürüyüş gibi sporlara öncelik verilmelidir. Haftada en az 3-4 gün 45 dakika -1 saat arası tempolu yürüyüş sağlığımıza ve psikolojimize çok olumlu katkı sağlamaktadır. Bunu bir zorunluluk diye değil bir yaşam tarzı haline getirmek sağlığımız için elzemdir. Bu bizi 4 mevsim dinamik ve enerjik yapacaktır.
    • Hobilerde insan psikolojisine olumlu katkı sağlamakta, zihni dinlendirmekte, zararlı alışkanlıklardan uzak tutmaktadır.
    • Düzenli uyku bağışıklık sistemi için en vazgeçilmez unsurdur. Geç yatmaktan sakınmak, en az 8 saat düzenli uyumak bizi hem zinde tutar hem de vücudun dinlenmesi ve kendini onarması için fırsat verir. Düzenli ve yeterli uyku direncimizin yüksek tutulması için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Sigara ve alkolden uzak durulmalıdır.
    • Herhangi bir rahatsızlıkta ve olumsuzlukta zamanında tedavi ve danışmak gayesiyle özellikle branş doktorlarına müracaat edilmeli, tavsiyelerine ve reçetelerine muhakkak uyulmalıdır.
    • Dört mevsimin bütün güzelliklerini hakederek yaşamak için, onu hakedecek şekilde yaşamayı öğrenmeli ve gereklerini yerine getirmeliyiz.
    bir blog ekledi 

    Doğurgan yaştaki kadınların %10-15 ini kapsayan endokrinolojik ve metabolik hastalıktır.

    Polikistik Over Tanısı

    Polikistik over tanısı konulması için

    • Hiperandromi (erkeklik hormonunun yüksek olması)
    • Ovulasyon (yumurtlama) azlığı veya oluşmaması
    • Ultrasonografide polikistik over’in görüntülenmesi
      yeterlidir.

    Polikistik over Tip 2 Diyabetin gelişmesi, kardiovasküler hastalıkların oluşumu, dislipidemi (kan yağlarının yükselmesi) endometrial (rahim) kanseri oluşumunda önemli rol oynar.

    Polikistik Over Bulguları

    -  Sancılı adet görme

    -  Adet düzensizliği

    -  Hiperandrogenizme (erkeklik hormonu yüksekliği) bağlı akne, tüylenme artışı (hirsutizm), yağlı cilt, erkek tipi saç dökülmesi ve infertilite (çocuk olmaması)tablosuylayla seyreder.

    -  Obezite (daha çok karın bölgesinde biriken yağlanma baş gösterir)

    -  İnsülin direnci
     

    Polikistik over’in (Pcos) ultrasonografisinde 12 veya daha fazla folikül olması, artmış over volumü (>10ml) karakteristiktir.

    Polikistik  over’in sebebi kesin olarak ortaya konamamıştır.

    Polikistik over’le beraber karşılaştığımız en sık bulgu insülin direncidir.

    İnsülin direnci Polikistik overi’i, Polikistik over insülin direncini tetikler.

    Bu itibarla doğurgan yaştaki hanımlarda insülin direnci veya reaktif hipoglisemi bulgularıyla karşılaşırsak ilk önce polikistik overi ekarte etmemiz gerekir.

    Ayrıca bir türlü verilemeyen kilolarda zeminde polikistik over varsa, polikistik over  tedavi edilmeden obezitenin ve insülin direncinin tedavisi mümkün olmamaktadır.

    Polikistik overli hastalarda Tip 2 Diyabete eğilim, bozulmuş glukoz toleransı çok sıklıkla rastlanır. Prevalans %40 civarındadır. Bu yüzden Polikistik over diyabet gelişimi açısından müstakil bir risk faktörüdür.

    Polikistikoverli  hastalarda müşahade edilen insülin direnci, Tip 2 Diyabet ve Obezite kardiyovasküler hastalıklara da kaçınılmaz yol açar. Tromboz riski artar.

    Tüylenme artışı bulgusu, adet düzensizliği, sancılı adet görme ve insülin direncinden sonra en sık rastlanan klinik bulgudur.

    Bu hastalar çoğunlukla zamanında Polikistik overli olduğunu bilemediklerinden epilasyon salonlarından medet umarlar ve bir türlü başa çıkılamayan tüylenme artışıyla mücadele eder dururlar.

    Kadınlarda normal tüylenme bölgeleri dışında erkek tipinde sert ,siyah ,kalın tüylenme baş gösterir.

    Başlıca; yanaklar, dudak üstü, çene ve çene altı, her iki göğüs ortası, meme başları civarı, göbek deliğinin alt ve üst bölgesi, bel, kuyruk sokumu, kalça, sırt, kollar ve bacakların üst kısmında yoğunlaşırlar. Bu bölgelerde normal bir kadında ayva tüyü tabir edilen yoğunlukta olabilir. Bu bölgelerdeki yoğun tüylenmede kişi derhal bir endokrinoloğa başvurmalıdır. Bu bölgeler tedavi süresince tüyler takip edilir ve klinik iyileşme kriteri olarak kabul edilir. Aksi takdirde tüylenme artışı sebebiyle epilasyon salonlarına beyhude gidişler kişiye zaman ve ekonomik  kayıp olarak yansır.

    Akne ile karşılaşan hanımlar da özellikle endokrinolojik bir analizden geçmelidir.

    Polikistik overli hastalarda kronik karşılanamamış östrojen etkisi sebebiyle rahim kanseri riskini arttırmaktadır. Meme ve yumurtalık kanseri açısından da risk yükselttiğine dair çalışmalar vardır.

    Polikistik over insülin direnci yapması sebebiyle insülinde büyüme faktörü olması özelliğinden vücutta gelişme eğilimi olan kanserlere pozitif katkı sağlar ve kanser gelişimini kolaylaştırır.

    Polikistik Over Tedavisi

    Yaşam tarzı değişiklikleri

    • Diyet (3 ana, 3 ara, bazen ara öğünlerin sayısı arttırılabilir)
    • Düzenli eğzersiz

    Tıbbi tedavi

    Androjen etkisi olmayan yada anti androjen progestinler içeren doğum kontrol hapları, ortamdaki androjen (erkelik hormonu)düşürür ve adetleri düzenli bir hale getirir. Uzun süreli tedavi esastır. Kistlerin kaybolması ortalama bir, bir buçuk seneyi bulur.

    Polikistik overin adeta ayrılmaz parçası olan insülin direncine karşı insülin duyarlılığını arttıran Metformin, Pioglitazon sınıfı ilaçlar yaygın olarak kullanılır.

    Kilo Polikistik over’i besler Polikistik over kiloyu bu sebepten dolayı kilo verilmesi bu kısır döngünün kırılmasında en önemli faktördür. Kilo verdikçe yokuş inilir, kilo aldıkça yokuş çıkılır. Zaten uzun tedavi gerektiren Polikistik over  hastasının yaşam kalitesini düşürür. Kilo verdikçe hasta bulguların süratle kaybolduğunu müşahade eder. Bu sebeple düzenli, tempolu uzun vadeli spor alışkanlığı temel yaklaşımdır.

    Polikistik over’in  nüks riski %15-20 dir.

    Sonuç olarak Polikistik over jinekolojik kaynaklı endokrinolojik ve metabolik bir sendromdur.

    Muhakkak jinekolojik değil endokrinolojik bir tedavi zorunluluğu vardır.

    bir blog ekledi 

    İnsülin pankreastan B ( beta hücrelerinden) salgılanan glikoz metabolizmasında anahtar rolü oynayan hormondur.

    Başıca yağ dokusu, karaciğer ve kas dokusunda reseptörleri vardır. İnsülin direnci durumunda hedef dokularda etkisinde azalma durumu veya yanıtsızlık söz konusudur. Bu durumda karaciğer, kas ve yağ dokusu kandaki şekeri hücre içine alamaz, karaciğerin glukoz üretimi sınırlanamaz, glukoz depolarının (glikojene) çözünmesi engellenemez. Böylece ortamda kan şekeri yükselir. Bu pankreastan B hücrelerinden daha fazla insülin salgılanmasına sebep olur. 2-3-4 misli insülin salgılanarak kan şekeri düşürülebilir. Bu demektirki pankreastaki B hücreleri daha fazla çalışarak bu direnci yenmek durumunda kalacak. Bu zaman içinde B hücre yorgunluğu ve fonksiyon kaybına sebep olacak, kişi kaçınılmaz olarak diyabet olacaktır. Bu süreç B hücrelerindeki insülin rezervi çok düştüğünde aşikar diyabet olarak karşımıza çıkar.

    İnsülin direncinin bulguları nelerdir?

    • Halsizlik
    • Konsantrasyon bozukluğu
    • Kilo alma, kilo vermede zorlanma
    • Sık acıkma, geç doyma
    • Yemeklerden sonra uyku basması
    • Yemekten 2-3 saat sonra tekrar acıkma, ellerde ayaklarda titreme, soğuk soğuk terleme, baygınlık hissi
    • Depresyon
    • Kan yağlarının ve kan şekerinin yükselmesi
    • Adet düzensizliği, sancılı adet görme, aşırı tüylenme, akneler gibi bulgularla seyreden polikistik over hastalığında insülin direnci akla gelmelidir. Bu hasta grubunun %80-90 ında obezite de eşlik etmektedir.
    • Karaciğerde yağlanma
    • Açlık hipoglisemi atakları bunun akabinde yoğun tatlı, unlu yiyecekler tüketme isteği

    İnsülin direncinin sebepleri

    • Hareketsiz yaşam tarzı (sedanter yaşam)

    Bilhassa sanayileşmiş toplumlardaki yaşam tarzı özel otomobillerin ve çeşitli vasıtaların kullanımının yürümeyi kısıtlaması, masa başı, büro ortamının yaygınlaşması kişilerin hareket ve egzersiz yapmak için ortam ve zaman bulmasındaki zorluklar; televizyon ve bilgisayar gibi alışkanlıkların kişiyi hareketsiz kılması başlıca faktörlerdir.

    • Glisemik indeksi yüksek gıdalarla beslenmeyi alışkanlık haline getirenlerde
      Glisemik indeksi yüksek olan besinler:

      • Reçel, bal, marmelat, pekmez
      • Tatlılar
      • Çay şekeri (sukroz), glukoz, maltoz
      • Kurabiye, kek, pasta
      • Beyaz ekmek
      • Patates
      • Beyaz pirinç, şehriye, makarna, erişte
      • Mısır, mısır gevreği, mısır ekmeği
      • Çikolata, gofret, bisküvi
      • Pancar kökü
      • Muz, incir, üzüm
      • Kuru meyve
      • Kavun, karpuz
      • Hazır meyve suları (meşrubatlar)
      • Gazlı içecekler (gazoz, soğuk çay, asitli meşrubatlar)

    • . Obezite ve kilo fazlalığı durumlarda (vücut kitle indeksinin 25’in üzerinde olan kişilerde)
    • . Gebelik (plasenta kaynaklı hormonlar sebebiyle)
    • . Enfeksiyonlar (İnsülin karşıtı hormonların artışı sebebiyle)
    • . Büyüme hormonu ve kortizon gibi insülin karşıtı hormonların aşırı salgılandığı durumlarda
    • . Polikistik over sendromunda
    • . Genetik sebeplerle

    İnsülin direncinin önemi

    Tip 2 diyabetin gelişimindeki temel mekanizmadır. Önlem alınmazsa kaçınılmaz olarak kişi diyabet olur.

    . Fazla insülin üretimi yağ dokusu birikimine yol açar. İnsülin direnci olanların olmayanlara göre daha hızlı kilo almaları ve zor kilo vermelerinin altında yatan başlıca sebep budur.

    . Yağ hücrelerindeki insülin direnci depolanmış trigliseritlerin serbest kalmasına, kandaki serbest yağ asidi düzeyinin artmasına sebep olur. Kan yağlarındaki yükselme iyi huylu kolesterol HDL’nin düşmesi ateroskleroz (damar sertliği) problemini ortaya çıkarır ve kişiyi kaçınılmaz akıbet olarak kalp damar hastası yapar.

    . Ayrıca hiperinsülinizm hipertansiyona sebebiyet verir.

    . İnsülin direnciyle birlikte alınan kilo yağ dokusu artışına sebebiyet verir. Yağ dokusundan salgılanan zararlı sitokinler kalp damar sistemine geri dönüşümsüz zararlar vererek damar yapısının bozulmasını ve tıkanmasına sebebiyet verir.

    . Son yıllarda yapılan araştırmalarda insülin direnci ve kanserle ilgili ciddi bağlantılar tespit edilmiştir

    Başlıcaları;

    • Kolon kanseri (kalın bağırsak), safra yolları, yemek borusu kanserleri
    • Yumurtalık, rahim ve meme kanserleri
    • Prostat, mesane ve böbrek kanserleri
    • Tiroid ve lenf kanselerinin de görülme sıklığı arttırdığı tespit edilmiştir.

    . Alzaimer hastalığı ve insülin direnci arasında alaka tespit edilen çalışmalarda mevcuttur.

    İnsülin direnci nasıl önlenir?

    Yaşam tarzı değişikliği:

    Kilo verme ve egzersiz insülin direncinin panzehiridir.

    . Egzersiz:

    Günde 45 dk- 1 saat yürüyüş ortalama önerilmekte, genç ve dinamik kişilerde 5-7 km günde yürüme (saatte 5 km) en idealidir.

    . Kilo verme: (Diyet)

    Şişman bireylerin kilo vermesi insülin direncinin kırılmasına ciddi şekilde katkı sağlamaktadır. Kilosunun %10’unu kaybetmeleri ciddi sonuçlar sağlamaktadır.

    -          Sebze, meyve tam tahıllar, kuru baklagiller düşük yağlı sütler dengeli tüketildiğinde sağlıklı beslenme ortamı oluşmaktadır.

    -          Ekmek seçerken tam buğday, yulaflı, çavdar veya kepekli olmasına özen gösterilmeli, kepekli pirinç, kepekli spagetti, bulgur, buğday ve kuru baklagiller çok olmamak kaydıyla tüketilmeliler.

    Üç ana, üç ara öğün alınması hastanın hipoglisemik ataklar geçirmesini engellemekte, dolayısı ile yüksek glisemik indeksi olan gıdaların tüketilmesi engellenmiş olmaktadır.

    İlaç tedavisi:

    . Metformin, Pioglitazonlar ve bazı bitkisel kökenli ajanlar önerilmekte

    Bu ilaçların etki mekanizması insülin duyarlılığını arttırarak B (beta) hücresinden aşırı insülin salgılanımına mani olmak , B hücre yorgunluğu ve dışfonksiyonunun önüne geçmek diyabete gidişe mani olmaktır. Bu vesileyle diğer insülin direnci komplikasyonlarına da mani olarak vücudumuzun bu tehlikeli ortamdan etkilenimini minimalize etmektedir.

    bir blog ekledi 

    Kronik yorgunluğu aile hayatımızı,sosyal ilişkilerimizi ve iş verimliliğimizi olumsuz etkileyen ,ekseriyetle genel güçsüzlük,konsantrasyon güçlüğü ve çabuk yorulma olarak tezahür eden bir bedensel ve ruhsal rahatsızlık diye tanımlayabiliriz. Bu yorgunluk halinin altı aydan daha fazla sürmesi halinde tıbben kronik yorgunluk söz konusudur. Kronik yorgunluğun %10 kadarını kronik yorgunluk sendromu oluşturur.Bu vakalarda tıbben izah edilemiyen zihinsel ve fiziksel yorgunluk hali belirgindir.Bu kişilerde konsantrasyon güçlüğü,uykuda dahi dinlenememe,halsizlik,kas,eklem ve baş ağrısı en sık rastlanır. Bu vakalarda fizik muayenede ve laboratuvar incelemelerinde herhangi bir patoloji tesbit edilemez.Bu vakalarda zihinsel ve ruhsal,duygusal aşırı yükün altından kalkamama,başa çıkamama en önemli sebeptir.Bu vakalarda hastanın öyküsü,fizik ve laboratuvar muayene ve tetkikler ayırıcı tanıda vazgeçilmez kriterlerdir.Öyküde yorgunluğun başlangıcı,seyri,süresi,günlük yaşantıya yansıyan noktaları,uyku süresi,kalitesi kullanılmakta olan ilaçlar ve dozları muhakkak irdelenmesi gereken hususlardır.Kronik yorgunluk sendromlu hastalarda yorgunluğun egzersiz ve istirahatle alakası yoktur.Organik hastalığa bağlı yorgunluk ise aktivite ile ortaya çıkar.Egzersiz-uyku ve beslenme arasındaki dengesizlikten ortaya çıkan fizyolojik yorgunlukta dinlenmekle ortadan kalkar.Altta yatan tıbbi bir gerekçe yoktur. Bu hastalarda yapılması gereken,detaylı bir öykü sonrası dikkatli bir fizik muayene ve laboratuvar tetkiki,gerçekleri kolayca ortaya çıkar.Yorgunluk son derece masum bir sebepten kaynaklandığı gibi çok önemli bir rahatsızlığında öncü bulgularından olabilir.

    Kronik Yorgunluğun Sebepleri Nelerdir?

    1. Depresyon:  Halsizlik, yorgunluk başağrısı,iştahsızlık en sık rastlanan bulgularıdır. 

    2. Yeterli ve Kaliteli uyku uyumamak: Yetişkinler ortalama günlük 7-8 saat uyku uyumalılar.Büyüme gelişme çağındaki çocuklar ise 9-10 saatten daha az uyumamalıdır.Uykusuzluk vücudun uykuda yenilenmesi işleminin yeterince yapılamamasına sebep olmakta.Yenilenemeyen ve dinlenemeyen vücutta yeni bir güne başlanarak vücut çok yıpratıcı bir sürece sokulmaktadır. 

    3.  Uyku  Apnesi: Çoğunlukla aşırı(morbid)obezlerde veya KOAH hastalarında görülür.Uyku esnasında belirli aralıklarla solunum durur.Bu kesintiler  kişiyi uykudan uyandırır yada derin ve sağlıklı bir uyku dönemi yaşamasına mani olur.Kişi yatakta yatar fakat debelenip durur.Mutlak çözüm aşırı kiloları vermek sigara ve benzeri risk faktörlerini hayattan uzaklaştırmaktadır. 

    4.  Yetersiz Beslenme: Az yeme sonucu oluşan enerji eksikliği,bitkinlik,kan şekerinin düşük seyretmesi kişiyi yorgun ve dermansız kılar.Bu vakalarda 3 öğün muntazam yemek yeme ara öğünler protein ve kompleks karbonhidrat tüketimine dikkat etme semptomların ortadan kaldırmaya yetecektir.

    5.   Kansızlık: Daha ziyade kadınlarda daha yaygın bir durumdur.Adet kanamasının aşırı olduğu durumlar en sık sebebi oluşturur.Buda demir eksikliğine sebep olur.Demir kırmızı kan hücrelerinin yapısına iştirak eder.Dokulara oksijen taşınmasını sağlar.Anemide dokular yeterince oksijenlenemediği için yorgunluk baş gösterir.Anemi basit hastalıklar grubunda olmasına rağmen nadirende olsa önemli ve hayati bir çok hastalığın öncü bulgusu olabilir.Anemi tedavi edilmeden önce muhakkak sebep ortaya konmalıdır.Anemide eksiğin yerine konması(Demir,B12,Folikasit gibi…) ve iyi ve yeterli beslenme tedavisinin temelini oluşturur.

    6.   Aşırı Kafein Tüketilmesi: Sinirlilik,uykusuzluk,kalp atım hızının artması ,tansiyon yüksekliği başlıca bulgularıdır.Aşırı kafein tüketimi yorgunluğa sebep olur.Kafein içeren içecek,ilaç,kahve ve çayın  aşırı tüketiminden kaçınmak çözüm yoludur.

    7.    Dehidratasyon: Yetersiz sıvı alınması veya aşırı sıvı kaybı dehidratasyonu oluşturur.Yeterli sıvı tüketimi sorunu çözecektir.

    8.    Vardiyalı İşten Kaynaklanan Uyku Düzensizliği: Dönüşümlü gece ve gündüz çalışma bioritmi altüst edeceğinden uyku düzensizliğine sebep olmakta buda yorgunluğa sebep olmakta. Uyunan alanın sessiz,loş ve karanlık tutulması uykuyu kolaylaştırır.

    9.    Besin Alerjileri: Klinik olarak alerji bulguları vermesede,yorgunluk kendini zinde hissedememe gibi bulgularla seyredebilir. Alerji yapan besinlerin tesbiti sorunu çözecektir. 

    10.   Kalp Hastalığı: Kalp yetmezliği,endokardit(kalbin iç  yüzü iltihabı),perikardit(kalp zarı iltihabı),hipertansiyon,hipotansiyon vs...Bilhassa egzersize ,aktiviteye dayalı durumlarda kendini gösterir.Giderek kolay yapılan işlerin yapılmasında zorluk çekme söz konusudur.Kişinin vakit geçirmeden doktora muracaatını gerekir.

    11.  Şeker Hastalığı:  Yüksek kan şekeri,hücreye girip metabolize edilemediğinden enerji kaynağı olarak kullanılamaz.Yeterince  besin tüketilmesine rağmen enerjisiz kalan vücutta yorgunluk baş gösterir.Uygulanacak ilaç tedavisi,diet ve egzersiz hastalığı kontrol altına alacaktır. 

    12.  Reaktif Hipoglisemi: İnsülin salgılanı bozukluğu sebebiyle yemek sonrası kan şekeri düşüklüğü ile ortaya çıkan tablodur. Yorgunluk,halsizlik,sinirlilik,tahammülsüzlük,baş ağrısı,baş dönmesi en sık bulgularındandır.Diet ve egzersiz sonucu kilo vermekle bu durum düzelir.Diyabetin erken evresi olarak kabul edilir.Nörotik  ve depresif hastalıklarlada sık  karışır.

    13.  İnsülin Direnci: Gün içinde acıkma atakları,tatlı çekme,yemek sonrası uyku gelmesi,halsizlik,yorgunluk sık bulgularındandır.

    14.  Hipotiroid: Tiroid bezinin çalışmaması veya az çalışması durumudur.Metabolizma yavaşlar kişi kendini halsiz ve yorgun hisseder,kilo alır,vücutta doku aralıklarında ödem olur.

    Dışarıdan verilecek tiroid hormonu yeniden vücut dengesini kurar ve durumu düzeltir. 

    15.  Böbrek Üstü Bezi Yetersizliği: Kortizon hormonu eksikliği sonucu ileri derecede halsizlik ve yorgunlukla ortaya çıkar.Otoinmun sebepler en sık sebebi oluştururlar.Tiroit  yetersizliği ile eş zamanlı olarakta seyredebilirler.Bu vakalarda öncelikli böbrek üstü bezi hormonu verilir.Bir kaç gün sonra tiroit hormonuda ilave edilerek tablo düzeltilir.

    16.  Gizli İdrar Yolu Enfeksiyonu: İdrarda yanma hissi acil işeme hissi olmaksızın yorgunluk ve halsizlik ortaya çıkar.İdrar tetkik  ve antibiyoterapi  ile 1 haftada sorun çözülür.

    17.  Enfeksiyonlar: Sıtma,Tüberküloz,HIV Enfeksiyonu,Sitomegalovirus Enfeksiyonu,Öpücük hastalığı,Grip,Hepatit Enfeksiyonu en sık halsizlik,yorgunluk yapan rahatsızlıklardır.

    18.  Vücuttaki Kimyasallar: Vitamin ve mineral eksikliği, zehirlenme halsizlik yapar.Çok fazla alkol tüketimi uykuya geçişi ve derin uykuya mani olduğu için yorgunluğa sebebiyet verir. Son yıllarda popüler olan D vitamini eksikliği halsizlik ve yorgunluk duygusunun sorumlularındandır.

    19.  Diğer Hastalıklar: Cushing hastalığı,Akromegali,böbrek ve karaciğer hastalığı elektrolit bozukluğuna sebebiyet veren rahatsızlıklardır.

    20.  Menapoz: Uyku bozukluğu sıktır.Gece terlemeleri,sıcak basması meydana gelen hormon dengesizliği sonucu yorgunluk ve halsizlik olur.

    21.  Kanserler: Hastalığın kendi etkisi, kemoterapi, radyoterapi halsizlik,yorgunluk yapar.

    22.  Sistemik Hastalıklar: Romatoid Artrit, Fibromiyalji, Lupus hastalığında yorgunluk sıkça görülür.

    23.  İlaç Kullanımı: Antidepresanlar.steroidler(kortizon),alerji  ilaçları,hipertansiyon ilaçları,kaygı giderici ilaçlar,kolestrol düşürücü statinler,sakinleştiricilerle tedavide yorgunluk rastlanabilir durumlardır.

    24.  Parazit Hastalıkları: Özellikle çiğ et ve kirli ellerle yapılan yemekler,sağlıksız kesimler başlıca sebeplerdir.Parazitler bedenimize ait gıda ve kanla beslenirler.Kansızlık,vitamin ve mineral eksikliğine yol açarak halsizlik ve yorgunluk yaparlar.

    25.  Kronik Stres: Aşırı gerilime bağlı halsizlik ve yorgunluk söz konusudur.

    26.  Bunama: Yorgunluk ve halsizlik yapar.

    27.  Reflü: Beslenme düzensizliği sebebiyle halsizlik yapar.

    28.  Obezite: Metabolik ve mekanik sebeplerle yorgunluk yapar.

    29.  Alerjik Rinit: Burun tıkanıklığı,solunum yetersizliği,yardımcı solunum kaslarının fazla çalışması yorgunluk sebebidir.

    30.  Serotonin Hormonu Yetersizliği: İştah ve uykuyu düzenler.Beyinden salgılanır,yediğimiz karbonhidratlar insulinle eş zamanlı geçici seratonin salgılatırlar. Seratonin azlığı kişiyi tatlıya yönlendirir.Çikolatadaki triptofon beyinde seratonine dönerek kişiye mutluluk duygusu verir. Aşırı insülin salınımı ve seratonin salınımının kontrol altına alınması kilo alımını denetlenmesini kolaylaştırır.Stres ortamı seratonini oluşturur,kişiyi atıştırmalara yöneltir.Birde kilo alımını tetikler.Yorgunluk ve halsizlik bütün bu süreçlerin tabii sonucudur.

     

    Kronik yorgunluğa karşı  neler yapılabilir?

            

    1.       Her gece vücudumuzun ihtiyacı kadar düzenli uyku,

    2.       Sağlıklı beslenme,düzenli yemek yeme,aşırı gıda alımından kaçınma,hazır gıda, yağlı,tuzlu ve şekerli gıdalar az tüketilmeli,

    3.       Gün boyu yeterli su tüketilmeli,

    4.       Düzenli hareket,egzersiz,

    5.       Çalışma saatlerinde aşırıya kaçılmaması,

    6.       Alkol,sigara ,uyuşturucudan uzak durma,

    7.       Sürekli stresten kaçınmak,düzenli belli aralıklarla tatile çıkmak,

    8.       Zihinsel ve bedensel rahatlama yollarına yönelmek (yoga ve meditasyon vs),

    9.       Vücutta eksik olan vitamin, mineral veya aminoasit gibi maddelerin yerine konması.

    10.       Periyodik doktor denetiminde olmak ve danışmanlık hizmeti almak sorunların çözümünde yardımcıdır.

    bir blog ekledi 

    D vitamini vücudumuzda başta kemikler olmak üzere pek çok önemli fonksiyonu ifade eden bir vitamindir.

    D vitamini yetersizliğini önlemek için; yeterli güneş maruziyeti ve D vitamini içeren gıdaların tüketimi arzetmektedir.

    • D vitamini yağda çözünür.
    • Diyetle alınan kalsiyum ve fosforun bağırsaklardan emilimini sağlar.Kemik büyümesi,sertleşmesi ve tamiri
    üzerinde etkili olur.
    • Parathormon salgılanmasını düzenler.
    • Kemik ve kasların sağlığı için gerekli olan vücuttaki kalsiyum ve fosfor dengesini sağlar;kemik ve diş yapısı
    oluşumunu aktif olarak etkiler.
    • Bağışıklık sistemini güçlendirir.
    • Hipertansiyon,kalp hastalıkları ve bazı kanserlere karşı koruyucudur.

    D vitamini yağda çözünür.Güneş ışığı veya diyet ile elde edilir.

    Ultraviyole güneş ışınları deri üzerindeki yağları harekete geçirerek daha sonra vücut tarafından emilen vitamini üretir.Ağız yoluyla alındığında D vitamini yağlar ile birlikte bağırsak duvarlarından emilirler.Vücuda besinler yoluyla Provitamin-D şeklinde alınır,güneş ışınlarının etkisiyle D vitaminine dönüşür.

    D Vitamini Kaynakları Nelerdir?

    Güneş Işını

    D vitamini güneş ışınlarının etkisiyle deride oluşur. Günlük D vitamini ihtiyacı 20-30 dakikalık güneşe maruziyet ile karşılanabilir.Kollar,bacaklar ve yüzün güneşe maruz kalması kafidir.Gerekli güneş ışığı miktarı kişinin yaşı,deri rengi maruziyet süresi,varsa tıbbi sorunlara göre değişebilir.D vitaminin yapımı yaş ile giderek azalır.Derisi koyu renkli olan kişilerde yeterli D vitamini oluşabilmesi için bilhassa kış aylarında uzun süreli gün ışığı ihtiyacı vardır.Güneş koruyucular(faktör 20 ve fazlası)kullananlarda deride D vitamini oluşamaz.Ayrıca pencere camı arkasından güneşlenmenin anlamı yoktur.Çünkü ultraviyole ışınları camdan geçememektedir.

    D Vitamini İçeren Gıdalar

    1)Deniz Ürünleri:

    • Balık yağı
    • Somon balığı
    • Uskumru
    • Pisi balığı
    • Ringa balığı
    • Ton balığı
    • Sardalye
    • Karides
    • İstiridye

    2)Diğerleri:

    • Süt ve süt ürünleri(peynir,tereyağ,krema)
    • Yumurta sarısı
    • Mantar
    • Kahvaltılık gevrekler
    • Karaciğer
    • Sıvı yağlar
    • Yulaf
    • Kakao
    • Maydanoz
    • Isırgan otu
    • Yonca

    Bir çok ülkede süt ve süt ürünleri,ekmek,tahıllar D vitamini ile zenginleştirilebilmektedir. Halihazırda ülkemizde böyle bir uygulama yoktur.

    D Vitamini Eksikliğinin Tanısı

    D vitaminieksikliği ve yetersizliği kanda 25(OH)D3 düzeyi ile konur.

    • 30 ng/ml üzeri normal
    • 20-30 ng/ml arası D vitamini yetersizliği
    • 20 ng/ml altı D vitamini eksikliği olarak tanımlanır.

    Yetişkinlerde çoğu zaman belirgin belirti ve bulguları yoktur veya siliktir.

    D Vitamini Eksikliğinin Sebepleri

    1)Yetersiz Güneş Maruziyeti
    2)Gıdalarla yetersiz D vitamini alımı
    3)D vitamininin bağırsaktan yetersiz emilimi
    4)Böbrek ve karaciğer hastalığı sebebiyle D vitamininin aktif forma dönüşememesi
    5)Bazı ilaçlar

    1) Yetersiz Güneş Maruziyeti:
    Bebek ve çocukların uzun süreli güneşe maruziyeti,deri kanseri riskini arttırdığından doktorlar tarafından önerilmez.D vitamini eksikliği riski en sık şişmanlar,esmerler ve yetersiz güneş ışığı alan erişkinlerde rastlanır.Yaşlandıkça vücutta D vitamini oluşumu ve depoları azalır.Bu durum kış aylarında ve kuzey bölgelerde yaşayanlarda dahada belirginleşir.Yaz aylarında ise güneş koruyucuları kullanımı deride D vitamini oluşumuna mani olur.

    Aktüel olarak en büyük neden güneş yüzü görmeden kapalı mekanlarda çalışma,sürekliofis hayatı bizler için en önde gelen sebeptir.
    Şişmanlarda D vitamini eksikliğinin tespit edilmesinin sebebi ise D vitamini yağda çözünen bir vitamin olduğundan yağda birikir ve vücut kullanamadığından eksiklik meydana gelir.

    2) Gıdalarla Yetersiz D Vitamini Alımı:

    Sıklıkla bebekler,çocuklar ve yaşlılarda görülür.Anne sütünde D vitamini çok azdır.Hazır mamaların bazıları D vitamini ile zenginleştirilmiştir.Yaşlılarda maruz kaldıkları muhtelif rahatsızlıklar sebebiyle gıda kısıtlamaları uygulandığında (damar sertliği,diyabet vs için) süt ve sütlü gıdalardan,yağlı balıklardan kaçınırlar.Ayrıca yaşlılarda gıda alımı normal ve yeterli olsa dahi D vitamini emilim kabiliyeti azalmaktadır.

    3) D Vitamini Emilimini Engelleyen Hastalıklar:


    • Çölyak Hastalığı
    • Chron Hastalığı
    • Kistıh Fibroz
    • Mide ve bağırsakların kir kısmının çıkarıldığı veya aşırı şişmanlık tedavisinde uygulanan gastrik bypass
    ameliyatları

    4) Karaciğer ve Böbrek Hastalıkları:

    Deriye gelen güneş ışını ile oluşan veya gıdalar vasıtasıyla aldığımız D vitamininin aktif hale dönüşmesi için karaciğer ve böbrekteki enzimlere ihtiyaç vardır. Kronik karaciğer ve böbrek hastalarında bu enzimler yeterli bulunamadığından D vitamini etkin hale dönüşememektedir.Ve D vitamini eksikliği ortaya çıkmaktadır.

    5) İlaçlar:

    • Kortikostroidler(Kortizon):Ca kalsiyum emilimi ve D vitamini metabolizmasını bozarak osteporoza yol açar.
    • Orlistat(Şişmanlık tedavisinde kullanılıyor):D vitaminin bağırsaktan emilimini engeller.
    • Kolestiramin(Kolestrol düşürücü): D vitaminin bağırsaktan emilimini engeller.

    D VİTAMİNİ İLE ETKİLEŞİME GİREN İLAÇLAR:

    • Calcipotriene(Davonex)
    • Dıgoxin
    • Diltiazem(Cardizem,Dilacer,Tiazac)
    • Verapamil(Calan,Cavera,İsoptin,Verelan)

    D Vitamini Eksikliğinin Başlıca Sonuçları Nelerdir?

    • Kan kalsiyum seviyesinin düşüklüğü
    • Kan fosfor seviyesinin düşüklüğü
    • Çocuklarda kemiklerin yumuşaması ve eğilmesi
    • Osteporoz:Kemik kırılganlığında artma ve kemik kütlesinde azalma.

    D Vitamini Seviyesi Kimlerde Bakılmalı?

    1)Eve ve yatağa bağımlı yaşayan kişilerde
    2)Bakımevi ve huzurevlerinde yaşayanlarda
    3)Osteoporozu olanlarda
    4)D vitamini eksikliği ve yetersizliğine yol açacak hastalığı olanlarda.
    5)Kan,kalsiyum veya fosforu düşük olanlarda
    6)D vitamini mekanizmasını e4tkileyecek ilaç kullananlarda
    7)Düşük travmalı kırık öyküsü bulunanlarda (ayakta dururken düşenlerde)

    Bu durumlarda D vitamini düzeyi mutlaka bakılmalı.Rutin olarak D vitamini düzeyi pahalı olduğundan çok sık istenilmemektedir.

    D Vitaminin Alınmasında Günlük Doz Oranları:
    Günlük doz 1 mikrogram = 40 ünite
    Normal bebeklerde=400 ünite
    Prematüre bebeklerde=800 ünite
    Erişkinlerde=1000 ünite

    D vitamininin aşırı alınmaması hususuna mutlaka dikkat edilmelidir. D vitamini fazla alındığında D vitamini zehirlenmesi denilen tablo ortaya çıkar.Kan kalsiyum seviyesi yükselir buna bağlı sağlık sorunları ortaya çıkar. Başlıcaları; iştahsızlık, bulantı, kusma, idrarın çoğalması, susama hissinin artması, sıklıkla ishal ve arada kabızlık nöbetleri oluşur. Yüksek tansiyon, kolestrol yüksekliği, baş ağrısı, kılcal damarda deformasyon hatta ölümler görülmektedir.

    D vitaminin fazlalığında vücudun bazı yerlerinde kalsiyum oturması sonucu taş ve kireçlenmeler meydana gelir.D vitamini fazlalığında damar sertliği oluşumu hızlanır.

    ABD Sağlık Bakanlığı verilerine göre çeşitli durumlarda ihtiyaç duyulan günlük D vitamini ihtiyaçları şu şekilde belirlenmektedir.

    0-7 Ay = 10 mikrogram
    7-12 Ay = 5 mikrogram
    1-3 Yaş = 15 mikrogram
    4-8 Yaş = 15 mikrogram
    9-70 Yaş = 15 mikrogram
    70 Yaş üstü = 20 mikrogram

    Hamilelik ve emzirme döneminde kadınlar günlük 10-15 mikrogram (0.01 – 0.015 mgr) D vitamini almalıdır. D vitamini özellikle hamileliğin başlangıcında cenin oluşumu için gereklidir.Genellikle 50 yaş üzeri yetişkinlerde D vitamini ihtiyacı farklılık göstermektedir.Bu sebeple hastalar yaş gruplarıyla ilgili ihtiyaç duyulan günlük D vitamini dozunu doktorundan tespit etmesini istemelidir.

    Özellikle bebeklerde ve çocuklarda D vitamininin doğru miktarda alınması önemlidir.D vitamininin ihtiyaç kadarı gelişimi desteklerken gereğinden fazla alınması kemiklerde aşırı kalsiyum birikmesi sonucu bebeklerde fiziksel ve zihinsel geriliklere,çocuklarda ise kemik gelişiminin zamanından önce durmasına sebebiyet vererek boyun kısa kalmasına sebep olabilir.

    Bu vahim durumları önlemek için ilaç prospektüslerini dikkatli okumalı,D vitamini içeren birkaç ilaç bir arada alınmamalıdır.Örneğin multivitaminler ile D vitamini birlikte alınmamalıdır.

    Özellikle D Vitamini Alması Gereken Gruplar

    • 50 yaş ve üzeri kişiler(özellikle menepoz sonrası kadınlar)
    • Sürekli kas ve kemik ağrısı şikayeti olanlar
    • Güneş göremeyenler(ofis çalışanları gibi)
    • Bağırsaklardan yağ emilimi bozuk olanlar
    • Karaciğer hastalığı olanlar
    • Mide-bağırsak ameliyatı olup rezeksiyon yapılmış hastalar
    • Osteoporozlu hastalar(kemik erimesi olanlar)
    • Güneş ışığı bakımından yetersiz bölgelerde yaşayan çocuklar
    • Yetersiz gıda alan ve fazla kalori yakan kişiler
    • Emziren ve hamile kadınlar
    • Alkol ve uyuşturucu kullananlar
    • Kronik hastalığı olanlar,uzun süredir stres altında olanlar
    • Yakın geçmişte ameliyat geçirmiş olanlar

    Çocuklarda D Vitamini Eksikliği

    Çocuklarda gözlemlenen D vitamini eksikliğinin en belirgin bulgusu,çocuk yürümeye başlamasıyla fark edilen bacaklardaki eğriliktir.Bunun yanında baş çevresinin aşırı büyümesi,bıngıldağın beklenenden büyükolması veya kapanmamış;göğüs kafesinde kemik ve kıkırdak birleşim yerlerinde şişlik,el ve ayak bileklerinde genişleme gözlemlenir.

    Huzursuzluk,aşırı baş terlemesi,havale geçirme yanında vücut kaslarının güçsüz olması ,oturma ve yürümede gecikme,diş çıkarmada gecikme başlıca bulgulardandır.

    D Vitamininin Görevleri

    • Kandaki kalsiyum ve fosforun normal sınırlarda kalmasını sağlayacak kemik erimesini önler.Kemik ve dişleri
    güçlendirir.Çocuklarda D vitamini ihtiyacı bu yüzden fazladır.
    • Kaslara güç verir.Eksikliğinde kas güçsüzlüğü ve kas ağrısı olur.
    • Devamlı yorgunluk ve vücudta yaygın ağrısı olan hastalar mutlaka D vitamini düzeyine baktırmalıdır.
    • İnsülin pankreastan salgılanımını düzenlediğine dair çalışmalar mevcuttur.
    • D vitamini bazı kanserlerin ,kalp ve diyabet hastalığının gelişimini önler.
    • Depresyondan korur,
    • Damar basıncını düzenleyerek tansiyonu dengeler,
    • D vitamini insülin direncini düzeltir,
    • Tiroit fonksiyonları ve normal kan pıhtılaşması için gereklidir.

    D Vitamini Eksikliği

    Normal D vitamini seviyesine sahip olmak için alınması gereken D vitamini miktarı kişinin deri rengi,güneş maruziyeti,diyet alışkanlıkları,altta yatan diğer tıbbi sorunların olup olmamasına göre değişmektedir.

    Deriden yeterli D vitamini oluşabilmesi için haftada en az iki kez(deri kanserini arttırdığından saat 10-00 ile 15-00 arası hariç) yüz,kollar,bacaklar ve sırtın güneş koruyucu sürülmeden 20 30 dk gün ışığına maruz bırakılması kafidir.Sisli havaların sık olduğu bölgeler fabrika dumanları veya araba egzosları ile aşırı kirlenen havanın solunduğu alanlar,kapalı giyim tarzı sürekli ofis ortamında çalışma yeterli D vitamini oluşumunu engeller.
    Erişkinlerde yeterli D vitamini seviyesini sağlamak için gereken D vitamini dozu 400-800’dir Bu seviyee bir takviyenin günlük alınması gereklidir.Bebek ve çocukların ihtiyaç için verilen multivitaminlerin çoğuna D vitamini ilave edilmektedir.Bunun yanında ülkemizde bebekler için sadece D vitamini içeren damlalarda mevcuttur.

    Bütün bu bilgilerin ve bulguların ışığında kendisinde veya çevresindeki kişilerde D vitamini eksikliği kuşkusu olan vatandaşlarımızın vakit geçirmeden bir hekime başvurmaları en doğru davranış olacaktır

    Harita

    Hekim.Net

    Close