Uzman Doktor
Başar Akman
Psikiyatrist / Psikoterapist
Hakkımda
Uzman Doktor
Başar Akman
Psikiyatrist / Psikoterapist

Üniversite: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi 1988-1995

Psikiyatri İhtisası: Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1997-2003

Kognitif ve Davranış Terapileri Derneği Psikoterapi Eğitim Kursu: Kognitif ve Davranış Terapileri Derneği 1998-2001

Avrupa Kognitif ve Davranışçı Terapiler Birliği KDT Sertifikası: Kognitif ve Davranış Terapileri Derneği 2001

Avrupa Trans-aksiyonel Analiz Birliği ( TA-101 ) Sertifikası: Trans-aksiyonel Analiz Eğitim Kursu 1998

Obje İlişkileri Kuramı ve Gelişimsel Psikoloji Eğitimi: Psikanalist Selma Erk Mirci’den kuramsal eğitim ve klinik vaka süpervizyonu 1999-2004

Klinik Psikolog Zehra Karaburçak’ın Terapistliğinde Psikanalitik Yönelimli Grup Terapisi: Koza Psikoterapi Merkezi 1998-2002

Psikanalist Ulviye Etaner eğitmenliğinde Psikanaliz Seminerleri: Murat Etaner Psikoterapi Eğitim Vakfı (MEPEV) 1998-1999

Psikoterapi (Kognitif Davranışçı Terapi, Aile Terapisi, Çift Terapisi, Evlilik Terapisi, Psikoanalitik Yönelimli Psikoterapi), Eğitim Kursları ve Çalışma grupları:
Allen Siegel, Axel Würz, Christine Chevalier, Işıl Vahip, Keith Dobson, Kelly Koerner, Leslie Sokol, Mark Freeston, Mehmet Zihni Sungur, Raymond Novaco, Salman Akhtar, Selma Erk Mirci, Stephen Stahl, Timuçin Oral, Vamık Volkan 1998-2005


1997 yılında Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim-Araştırma Hastanesi’nde çalışmaya başladı.

2006-2011 yılları arasında hem hastanede, hem de kendi kişisel muayenehanesinde çalışmalarını sürdürdü

Sağlık Bakanlığı ‘nın "Tam Gün Çalışma Koşulları ile ilgili kararnamesi" nedeniyle, 24.10.2011 tarihinde hastanedeki görevinden ayrıldı.

2011 yılından itibaren sadece kendi muayenehanesinde serbest olarak çalışmaktadır.

Evlilik terapisi

Bireysel psikoterapi

Ergen psikoterapisi 

Panik bozukluğu

Alkol/madde bağımlılıkları

Bipolar bozukluk

Obsesif kompulsif bozukluk

Cinsel işlev bozuklukları

Şizofreni

Hipokondriyasis

+902125612949 - +902125439642 - +905057648799 - +905333624422
Kişisel Muayenehane
Zuhuratbaba Mahallesi, Dr. Tevfik Sağlam Caddesi, Şenyuva Sokak, Zeylan 1 Apt, No:2/1, Daire:6 Bakırköy İstanbul
Sosyal Medya Hesapları
bir blog ekledi 

Evlilik terapisi; evlilikte yaşanabilen problemlerin, eşlerin ilişkilerinde yaşadıkları tekrarlayıcı ve yıkıcı havayı, birlikte anlamaya çalışıp, seçeneklerini netleştirmeleri için, her iki eşe de psikolojik bazı yöntemler öneren, farklı bir sohbet çalışmasıdır.

Diğer bir tanımla; evlilik terapisi; evlilikte yaşanan olumsuzlukları, bir psikoterapist ile birlikte anlamaya çalışıp, evlilikteki mevcut yorucu durumu sürdürmekte ısrar etmek yerine, daha olumlu seçenekler oluşturma denemesidir. Tarafsız ve profesyonel bir üçüncü gözle beraber; mevcut duruma, sorunların veya ihtiyaçların kökenlerine, maliyetine ve seçeneklere bakmaktır.

İnsan; kendini, hayatı ve hayat arkadaşını anlamaya çalışmadan, kendisiyle, hayatla veya hayat arkadaşıyla ilişkisindeki hiçbir şeyi gerçekten düzeltemez.

Kişi; kendi hayatıyla ve hayat arkadaşıyla ilgili hisleriyle, ihtiyaçlarıyla, ikilemleriyle ve sorumluluklarıyla yüzleşmediği sürece, sorunlarını da gerçek anlamda çözemez.


Evlilik terapisinde neler yapılır?

Evlilik terapisinde;

  • öncelikle; eğer evlilikte bir kriz durumu varsa (ki çoğu zaman vardır) mevcut krize müdahale edilir,
  • sonraki aşamada; ilişkideki durum tespiti yapılır,
  • terapistle birlikte; seçeneklere bakılır.
  • eşler terapi sürecinde; evliliklerinde ne hissettiklerine, ne istediklerine, ikilemlerine, sorumluluklarına kafa yorarlar, her bir seçeneğin avantaj ve dezavantajlarını terapistle beraber tartarlar ve terapi sürecinde seçeneklerden birini kendi hür iradeleriyle seçip, kendi hayatlarının ve hayat arkadaşlıklarının sorumluluğunu alıp, kendi kararlarını verirler. Sonrasında da bedellerine de razı gelerek, kararlarının ardında dururlar.
  • evlilik terapisinin çok farklı teorik modelleri ve uygulamada çok farklı psikoterapi teknikleri vardır.
  • evlilik terapisine başvuran çiftin; evliliklerindeki spesifik (kendilerine özgü) ihtiyaçlarına göre ve başvurdukları psikoterapistin mesleki donanımına göre, farklı terapi modellerinin, farklı terapi teknikleri seçilebilir.

Evlilik terapisinin evreleri nelerdir?

Başlangıç evresi

  • İlk seans: tanışma ve karşılıklı bilgilenme.
  • Öncelikle; kriz sürecine müdahale, eşlerin kendi köşelerine çekilerek bir süre (örneğin en az 30 gün) soluklanmaları, kafalarını toparlamaları.
  • Evlilikteki temel sorunların ve beklentilerin netleştirilmesi

Orta Evre

  • Geçmişte yaşanmış, karşılıklı olumsuzluklar için karşılıklı af dileyebilmek ve affedebilmek.
  • Geçmişte yaşanmış fakat halen eşlerden birinin gündemini meşgul eden olumsuzlukları “unutmaya çalışmak” yerine (önerilecek terapi tekniklerini kullanarak) son bir kez anlamlandırıp, kabul etmek ve geride bırakmak.
  • Hayatta ve evlilikte güncele (şimdiye) gelebilmek.
  • Hayat ortaklığını (son kez) tekrar denemek.
  • Çeşitli terapi tekniklerini öğrenmek ve evlilik ilişkisinde uygulamayı denemek

Son Evre

  • “Tamam mı, devam mı?”
  • “Neye tamam, neye devam?”

Evlilik terapisinden fayda görmek için önşartlar nelerdir?

  • Eşlerden birinde ölçüsüz alkol kullanımı varsa ve sürdürülüyorsa; terapi çalışmasındaki tüm çabalar boşa gidecektir.
  • Madde kullanımı, kumar, internet bağımlılığı da; terapide boşa kürek çekilmesine neden olur.
  • Evlilik ve Şiddet: eğer bir evlilik ilişkisinde, nadiren bile olsa şiddet oluyorsa; evlilik terapisi sürdürülmemelidir. Sıfır şiddet; evlilik terapisinin ön koşullarındandır.

Kaynaklar

  1. Common factors and other nontechnique variables in marriage and family therapy.
  2. A summary report of the cost-effectiveness of the profession and practice of marriage and family therapy
  3. Treatment effectiveness and its correlates in a marriage and family therapy training clinic
  4. Long-term effectiveness of behavioral versus insight-oriented marital therapy: A 4-year follow-up study.
  5. The effectiveness of mindfulness-based cognitive therapy on the life quality and the desire for divorce in newly married couples

#evlilikterapisi

bir blog ekledi 

Şizofreni halk arasında yerli yersiz kullanılan hastalık isimlerinden birisidir. Ben şizofrenmiyim, şizofren mi olacağım, o şizofren mi seklide çok sık etiketlenmenin yapıldığı bir hastalık. Halbuki Şizofreni çerçevesi iyi bilinen bir tablodur, evet bir spektrum gibi yani bir yelpaze gibi çok farklı tipleri mevcuttur ve özünde düşünce bozuklukları vardır. Psikiyatride psikoz, hayalle gerçeğin birbirine karışması, hangisi hayal hangisi gerçek kişi kendi kafasında yazdığı kendi algılarıyla değerlendirdiği durumların içinde kaybolur, hangisi hayal hangisi gerçek birbirine karışır, kişinin algıları bozulur, çağrışımları bozulur, giderek dış dünyaya uyumu bozulur. Psikoz dediğimiz bu hayalle gerçeğin birbirine karışma hali sadece sizofrenide değil birçok durumda görünebilir onun için psikoz olan bir çok durum şizofreni olmayabilir. Alkol ve madde kullanımlarında dönemsel psikotik haller gözükebilir. 

Atipik psikoz denilen bir tablo vardır. Yani tipik olmayan psikoz halleri, şizofreni denilmemiş psikoz halleri. Ataklarla seyreder, aralarda tam düzelmelerle seyreden bir psikotik halleridir. Ama şizofreni genelde kronik seyirli yani sürgit seyirli bir rahatsızlıktır, devamlıdır. İnsanın olmayan şeyleri işitmesi olmayan şeyleri görmesi gibi halisünasyon dediğimiz haller olabilir. Giderek konuşma ve düşünme içeriğinde bir fakirleşme azalma olabilir. Giderek kişi dış dünyadan kopmaya başlar ve kendine bakımı azalabilir ve işlevselliği azalır. Eğer çalışıyorsa mesleki performans düşer veya tamamen kaybolur. Başkalarının bakımına muhtaç hale gelebilir.

Şizofreni tedavisinde kişi, Ailesiyle birlikte tedavi olmaıdır. Yani aileyi de tedaviye dahil etmek lazımdır, çünkü ailenin bilgilenmesi önemlidir. Hastayla o düşünce bozukluklarını tartışmamak önemlidir.

İlaç tedavisi şizofrenide çok önemlidir. Tedavi dediğimiz bir kavram var, yani tedavinin aksamaması, bunun için hasta yakınlarının bunu sahiplenmesi önemlidir, yaşam boyu sürecek bir tedavidir. Eğer tedavi uyumu oturursa, şizofreni hastalığının hastaya vereceği zararlar en aza indirilebiliyor.

Yine sık görünen durumlarda bir tanesi, Ailenin az bilgilendirilmiş olmasıdır, bu konuda doktorlardan bilgi talep edilmelidir.

bir blog ekledi 

Halk arasındaki adıyla takıntı hastalığı ciddiye alınması gereken bir psikolojik rahatsızlıktır. Obsesif Kompulsif Bozukluk bir akıl hastalığı veya delilik hali değil, psikolojik bir bozukluktur.

Bu hastalıkta da bir biyolojik bir alt yapı vardır. Yani beyin biyolojisi vücut kimyasıyla ilgili, bir ilaç desteği gerektiren bi durum vardır. Bu hastalıkta ilaç tedavisi şarttır, ama sadece ilaç tedavisi ile düzelmez, psikoterapi desteği de şarttır. Kişide bir takım, takıntılı haller vardır. Örnek olarak, kirlenme takıntısı ve temizlenme halleri, elim yeterince temizlenmedi, kirlendi ve temizlenmedi döngüsü gibi benzer şeylerin  içerisinde devamlı uğraşabilir. Kapıları, tüpleri, muslukları açıp kapatıp kontrol edebilir, kapattım mı? kapatmadım mı? Emin olamama halleri, titizlik ,detaycılık, mükemmeliyetçilik eşlik edebilir. Çok yıpratıcı yorucu bir rahatsızlıktır. Kişiyi de etrafını da çok yıpratır. Obsesif Kompulsif  vakalarının ortalama olarak, insanların üçte biri belirgin derecede düzelir. İkinci üçte biri kısmen düzelir. Son üçte biri de düzelmez. Tedaviye dirençlidir. Burada insanların hangi guruba gireceği, kişinin kendi çabasına, umuduna ve gayretine bağlıdır. Eğer kişi ben bunlarla başa çıkmayı öğrenemem derse büyük olasılıkla öğrenemez. Eğer kişi “Hayır ben bunlarla başa çıkmayı öğreneceğim!” derse ve bir takım terapi desteğiyle takıntıya harcadığı mesailerin içeriği ve  şiddeti giderek azalır ve kapsüle eder. Aksi halde hayatının her yanına dağılır ve kişi hayatın diğer cephelerini ihmal etmeye başlar. Bir tür kilitlenme hali olur, sürekli bir tehlike algısı ve tedbir arayışı olur. Halbuki kişiye şunu öğretmeye çalışıyoruz, bak sen bir şekilde yaşam tablonun o kadar küçük bir alanıyla uğraşıyorsun ki, tablonun bütününü göremez hale geldin. Şu takıntılarını bir daraltalım ve hayatın diğer cephelerine de yatırım yapman önemli, yeni cepheler açman önemli, hayatında başka etkinliklere aktivitelere zaman ve enerji ayırması o opsesyon mesaisini azaltabilir, Ama kişi antenlerini açıp sürekli bir tehlike algısı ve tedbir arayışına girerse, giderek bu kaygılar artıyor. Kişinin öğrenmesi gereken şeylerden birisi de şudur,

“Dünya emniyetli bir yer değil ve olmayacak, hep bir takım riskler var ve hep olacak ve bunla yaşamayı öğreneceğim” diyen kişiler takıntılarıyla başa çıkmayı öğreniyor.

bir video ekledi 

Bipolar bozukluğu nedir?

Bipolar bozukluk, Halk arasında daha sık adıyla bilinen manik depresif hastalık (bu hastalığın eski adı aslında ama hala kullanabiliyor). Diğer isimleri iki uclu mizac bozukluğu, ya da iki uclu duygudurumu bozukluğu diye de geçiyor. Kişinin mizacında bir takım inişler çıkışlar oluyor. Bir takım dalgalanmalar oluyor. Eski adıyla halet-i ruhiyesinde bir takım iniş çıkışlar oluyor. Kimi zaman kişi içine kapanıp, çökkün hissedebiliyor, kendine güvende azalma, moralsizlik, hiç bir şeyden zevk almama yani depresyon döneminde yani çökkün bir dönemde olabiliyor. Bir uçta depresyon oluyor, diğer uçta tam tersi belirtiler oluyor, kendine güvende artma, çok gülme, güldürme. Aşırı neşeli olma, şarkı türkü söyleme, çok alışveriş yapması, makyaj yapma. Bir coşku hali, sebepsiz bir neşe hali, buna mani deniyor. Bir uçta mani var diğer uçta depresyon var.

Bipolar ya da manik depresif hastalık , sık görünen bir hastalık. Ataklarla seyrediyor. Bazen bir yada iki atak olup sonra uzun yıllar atak olmayabiliyor. Bazen tam iyileşmeye girebiliyor.

bir blog ekledi 

Bipolar bozukluk, Halk arasında daha sık adıyla bilinen manik depresif hastalık (bu hastalığın eski adı aslında ama hala kullanabiliyor). Diğer isimleri iki uclu mizac bozukluğu, ya da iki uclu duygudurumu bozukluğu diye de geçiyor. Kişinin mizacında bir takım inişler çıkışlar olur. Bir takım dalgalanmalar oluyor. Eski adıyla halet-i ruhiyesinde bir takım iniş çıkışlar oluyor. Kimi zaman kişi içine kapanıp, çökkün hissedebiliyor, kendine güvende azalma, moralsizlik, hiç bir şeyden zevk almama yani depresyon döneminde yani çökkün bir dönemde olabiliyor. Bir uçta depresyon oluyor, diğer uçta tam tersi belirtiler oluyor, kendine güvende artma, çok gülme, güldürme. Aşırı neşeli olma, şarkı türkü söyleme, çok alışveriş yapması, makyaj yapma. Bir coşku hali, sebepsiz bir neşe hali, buna mani deniyor. Bir uçta mani var diğer uçta depresyon var.

Bipolar ya da manik depresif hastalık , sık görünen bir hastalık. Ataklarla seyrediyor. Bazen bir yada iki atak olup sonra uzun yıllar atak olmayabiliyor. Bazen tam iyileşmeye girebiliyor.

Bipolar Hastalığın Sebepleri

Genetik kökenli bir rahatsızlık olduğu için, biz insanlara şunu söylemeye çalışıyoruz, Aynı diyabet ve tansiyon hastalığı gibi, bunun genleri sizde var ve yaşam boyu da bu genler size eşlik edecek. Esas mesele ataklardan korunmak. Eğer durumunuzu kabul ederseniz ve tedaviden kaçınmazsanız, bu hastalık başınızı ağrıtmaz. Daha az atak geçirebilirseniz, ya da ataklarınız şiddeti daha düşük olur.  Bu hastalıkta ilaç tedavisi çok işe yarar. Lithium yada valbarat hammaddeli bir takim ilaçlar var. Tüm dünyada hala çok memnuniyetle kullanılıyor. Ayrıca ilaç tedavisi sayesinde kişinin hayatı bu hastalıktan çok olumsuz etkilenmiyor. Bu hastalıkta kişinin ailesinin bilgilendirilmesi çok önemli.

Bipolar bir Akıl Hastalığı Değildir

Hastalığın ne olup, ne olmadığı önemlidir. Mesela şu çok net, Bipolar bozukluk olan durum bir akıl hastalığı değildir yada şizofrenik bir durum değildir. Duygularda bir takım dalgalanmalar vardır. Lakin, dönem dönem bir takım düşünce bozuklukları eşlik eder ama geçicidir. Bipolar hastalığı olan insanları zeka seviyesi normal yada kimi araştırmalar göre zeka seviyesi ortalamanın üstündedir. Bipolar insanlar ayrıca yaratıcılığı yüksek insanlardır. Yeter ki hastalıklarını kabul etsinler, tedavi görsünler, ilaçlarını kullansınlar, o zaman bu hastalığın dezavantajlarını daha az yaşarlar, ve avantajlarını yaşayabilirler. Amerikalılar bu hastalık için “God’s gift” derler, tanrı vergisi manasında. Çünkü yaratıcılığı yüksek insanlardır.

Bu hastalıkta insanlar ben deli değilim akıl hastası değilim deyip doktora gitmeyi ihmal eder. Halbuki bir psikiyatriste gelse, doktor da ona şunu diyecektir : “Sizin durumunuz bir akıl hastalığı, delilik değil, ama ciddiye almanız gereken bir mizac bozukluğunuz var.”


bir blog ekledi 

ANKSİYETE NEDİR?

Anksiyete: “endişe, kaygı” demektir.

Anksiyete; kişide hem RUHSAL, hem de BEDENSEL belirtilerle kendini gösterir.

Anksiyetenin RUHSAL belirtileri:

Kaygı, endişe, panik, korku, tedirginlik, huzursuzluk, iç sıkıntısı, gerginlik, “diken üstünde hissetmek”, “her an kötü birşey olacakmış hissi”, “sevdiklerimin başına kötü birşey geleceği endişesi”, “sebepsiz endişe ve korku hali”, “ani bir ses duyunca irkilmek”, “sanki arkamda birisi var korkusu”. “Panik” duygusu da, “obsesyon” olarak adlandırılan “takıntılar” da, “fobi” denilen “korkular” da, aslında farklı anksiyete çeşitlerindendir.

Anksiyetenin BEDENSEL belirtileri:

Çarpıntı, terleme, titreme, kas ağrısı, göğüs ağrısı, nefes almakta güçlük, karın ağrısı, bulantı, kusma, iştahsızlık, fenalık hissi…

ANKSİYETE NEDEN OLUR?

Her anksiyete; bir hastalık veya bozukluk değildir. Anksiyete; çoğu zaman; olağan bir ruhsal ve bedensel reaksiyondur.

Anksiyete; kişinin maruz kaldığı iç ve dış streslerle mücadelesinin bir işareti olabilir.

Her insanın; kökleri geçmişten gelen ihtiyaçları, çatışmaları, ikilemleri, çelişkileri vardır. Anksiyete; kişinin kendi iç dünyasındaki bu ihtiyaçların veya çatışmaların sonucu da olabilir, sebebi de.

Günümüz modern dünyasında; yaşadığımız çağı:

“anksiyete çağı”

“boşluk çağı”

“yalnızlık çağı”

gibi isimlerle adlandıran psikoloji uzmanları, felsefeciler, sosyologlar bulunmaktadır.

Günümüzde insanların çoğu, bir makina gibi; para, statü, başarı, güç, prestij, mülkiyet, popülerlik, güzellik, beğenilmek, onaylanmak…peşinde koşuyorlar ve kendi ruhlarını ihmal ediyorlar. Nasıl bir hayat yaşamak istediklerine kafa yormuyorlar. Bunun doğal sonuçlarından birisi de anksiyete oluyor.

ANKSİYETE BOZUKLUĞU NEDİR? NE DEĞİLDİR?

Kişinin yaşadığı kaygı, endişe, panik, gerginlik… gibi ruhsal hallerin, veya çarpıntı, terleme, nefes almakta güçlük, fenalaşma, ağrı, uyuşma vb. gibi bedensel hallerin şiddeti, sıklığı ve süresi arttıkça kişi, anksiyete belirtileriyle başa çıkmakta zorlanır. Bu da kişinin yaşam kalitesini giderek daha da olumsuz etkiler. Zaman zaman yoğun “anksiyete krizleri” yaşayabilir.

Kişi; anksiyetesinden çabucak kurtulmaya çalışır ve bunu yaptıkça anksiyetesi daha da artar ve bu kaygılı süreç giderek kişinin umudunu, enerjisini, zamanını çalar.

Yoğun anksiyete yaşayan kişinin hayatı: sürekli bir tehlike algısı ve tedbir arayışına dönüşebilir.

Bu kısır döngü giderek insanın bedensel, ruhsal, sosyal hayatını olumsuz etkileyebilir.

ANKSİYETE BOZUKLUĞU:

  • “Sadece psikolojik bir durum” değildir.
  • Psiko-somatik, psiko-fizyolojik, psiko-kimyasal kökenleri vardır. Yani psikolojik gerilim bedene de yansımıştır. Bedensel gerilim, psikolojiyi de yansımaktadır. Bir kısır döngü oluşur.
  • Stres; vücutta stres hormonları salgılanmasına yol açar. Salgılanan stres hormonları: çarpıntı, nefes almakta güçlük, terleme, ağrı… gibi bedensel belirtilere yol açar.
  • Yaşanan anksiyete halleri: güçsüzlükle, iradesizlikle, zayıflıkla, akılsızlıkla ilgili değildir. Bu nedenle, anksiyete; sadece akılla, iradeyle, güçle düzeltilemez.
  • Anksiyete Bozukluğu: tıbbi bir hastalık değildir. Yani tıbbi bir organsal yetersizlik durumu değildir. Sanıldığı gibi tıbbi riskler içermez. Bu nedenle; Anksiyete Bozukluğu yaşayan kişi, tekrar tekrar tıbbi tahliller yaptırmaktan, acil tıbbi destek arayışlarından uzak durmadıkça, iyileşmesi güçtür.
  • Anksiyete Bozukluğu “akıl hastalığı”, “delilik”, “zeka geriliği” veya “kişilik bozukluğu” DEĞİLDİR.

Kişi “aklını kaçırmaktan” veya “delirmekten” korksa da; anksiyete bozukluğu böyle bir şeye asla yol açmaz. Anksiyete bozukluğu tedavisinin başlangıç döneminde: ilaç tedavisi ile birlikte psikoterapi desteği alınması en verimli sonucu sağlamaktadır. Orta ve uzun vadede; anksiyete bozukluğunun esas tedavisi ilaç değildir. Anksiyete Bozukluğu’nun esas tedavisi: psikoterapidir. Psikoterapi; zaman, enerji ve ekonomik bir bütçe gerektirir.

  • Kişinin; anksiyetesinin kaynaklarıyla yüzleşmesi ve başa çıkma stratejilerini öğrenmesi için profesyonel bir psikolojik destek alması önemlidir.
  • Bütün bunlar için; kişinin umutla, istekle, cesaretle, sabırla, kararlılıkla çabalaması ön koşuldur.
  • Anksiyete Bozukluğu; sık görülen ve ciddiye alınması gereken bir bozukluktur, çünkü kişinin zamanını ve enerjisini çalarak, yaşam kalitesini gerçekten düşürür.
  • Anksiyete Bozukluğu; doğru sürede, doğru tedaviyle tamamen iyileşebilen bir bozukluktur.
  • Sadece psikiyatristin dış desteğiyle asla tam olarak iyileşemez, kişinin kendi tedavi sürecine kendi ruhunu katması çok önemlidir.
  • Alkol veya madde kullanımı, uzun süreli uyku bozuklukları, aşırı stres veya yorgunluk gibi insanın ruhsal ve bedensel sınırlarını zorlayan durumlar; Anksiyete Bozukluğu’nu tetikleyebilir.
bir blog ekledi 

Bağımlılık çok geniş bir kavramdır. Kişi sadece alkole ve uyuşturucuya değil hemen hemen her şeye bağımlılık geliştirebilir.

Bağımlılık nedir?

Herhangi bir şeye veya nesneye duyulan ihtiyaçta kontrol kaybıdır. Ama daha da sinsi ve tehlikeli olanı, kişi bu kontrol kaybının inkarı içindedir. Ya bunu fark etmez, farkında değildir, kişinin hayatının kontrolünden çıkmıştır ,hayatının bir çok bölümünü olumsuz etkilemeye başlamıştır, ya da kişi bunu inkar eder.

Türkiyede sık görünen bağımlılklar

Ülkemizde en sık görünen madde bağımlılıkları Alkol ve esrar (cannabis/ot/joint) dır. Özellikle esrar bir şekilde masum sanılıyor . Halbuki bilinen bir şey var uyuşturucu maddeler, esrarda dahil, birkaç tane çok net yan etkilere yol açıyor. Bu artık bilimsel olarak ispatlanmış yan etkilerdir. Bunlardan bir tanesi, halk arasında paranoya denilen, kuşkuculuk şüphecilik, kafa karışıklığı, alınganlık, kafada bir takım kurmalar, hayalle gerçeğin birbirine karışması. Diğer bir tablo, Amatuasyonel sendromdur, yani Türkçesi, hayatla ilgili bütün motivasyonlarını kaybetme, hayatla ilgili bütün beklentilerinin düşmesi, kişinin hep cepten yemesi ve kendi potansiyelinin giderek hep zayıflaması. Hayatta olmaması gereken yerlere gelmesi. Duygusal bir donukluk hali, ne büyük üzüntüler ne büyük coşkular. Hep bir duygusal donukluk halleri.

Diğer bir bozukluk ise Anksiyete dediğimiz kaygı ve endişe halleri, öfke patlamaları, giderek kişinin ilişkilerini bozmaya başlar, ve kişi bir çok ağır bedel ödemeye başlar.

Etrafındaki sevenleri de ne yapacağını  şaşırır. Bu durumda biz hem kişilere hem de bağımlı kişinin ailelerine şunu söyleme çalışıyoruz.

Bağımlı kişinin anlaması gerekenler:

“Biz senin için üzülürüz, senin bu gidişatın için endişeleniriz. Hatta belki öfkeleniriz, ama bu senin hayatın, kaybeden sensin. Sen bu bağımlılığı kabul edip sahiplenirsen, maddi manevi yanında oluruz.

Yok ama sen kendini kandıracaksan ve atlatacaksan, sana kimse yardımcı olamaz. ”

Burada parola bir insanı bağımlılıkta sadece kendisi batırabilir ve sadece kendisi ayağa kaldırabilir. Kişiye ve Ailesine bunu öğretmeye çalışıyoruz.

Hadi silkelen! Eğer hakikaten  memnuniyetsizsen bunun için bir şeyler yap.

bir blog ekledi 

Panik atak ile ilgili bilinmesi gerekenler

“Panik Atak” sık görülen, ciddiye alınması gereken ve uzman desteğiyle tamamen düzelebilen, psikolojik bir rahatsızlıktır.

“Panik” kelimesi nereden geliyor?

“Pan” ; Yunan mitolojisindeki bir tanrının adıdır. Boynuzlu, kuyruklu, yarı keçi, yarı insan görünümünde tasvir edilir. Gülünç görüntüsüyle “tüm” tanrıları güldürdüğü için, ona “tüm” anlamına gelen “Pan” ismi verilmiştir. Çobanların tanrısı olarak, elinde flütü ile genellikle ormanda gezer ve sürüleri korur. Zaman zaman, ormandan geçen insanların karşısına aniden çıkarak, onlarda korku yaratır. Yunancada “panik” anlamına gelen “panikos” kelimesi, mitolojik tanrı Pan’ın isminden türetilmiş bir sözcüktür.

Panik Atak nedir?

Bazı bedensel duyumların, ani gelişen bir felaketin habercisi olarak yorumlanması sonucu ortaya çıkan, yoğun kaygı halidir. Atak esnasında kişi; basit bir kalp çarpıntısını, kalp krizi geçirdiği şeklinde yorumlayıp öleceği korkusuna kapılabilir; ya da kolundaki bir uyuşma hissini, beyninin kanayacağı ve felç geçireceği şeklinde algılayabilir. Ataklarda; “kendimi kontrol edemeyeceğim, bayılacağım, boğulacağım, aklımı kaybedeceğim, çıldıracağım, öleceğim” gibi düşüncelere eşlik eden beklenmedik ani endişe halleri sıktır.

Panik Atak Belirtileri nelerdir?

Atak sırasındaki endişeli duruma, bir takım bedensel belirtiler de eşlik eder. Bunun sebebi, stres hormonlarının devreye girmesidir. Çarpıntı, terleme, nefes almaktagüçlük, baş dönmesi, bayılacak gibi olma, bulantı, karın ağrısı, göğüs ağrısı, sıcak basması, üşüme, ürperme, titreme, uyuşma, karıncalanma gibi belirtiler ortaya çıkar.

“Panik Bozukluğu” neye denir?

Kişi; panik atağının tekrar edeceğinden endişelenmeye başlar, buna “beklenti kaygısı” denir. Bu kaygıyla kişi, panik atağının oluşabileceği yerlerden ve durumlardan kaçınmaya başlar, güvence arayışına girer, bu da psikolojide “kaçınma davranışı” olarak adlandırılır. Alışveriş merkezinde kalabalığa girerse bayılacağından korkan kişi,alışveriş merkezlerine gitmemeye başlar, arabaya bindiğinde fenalaşacağını düşünürse araçlara binmez, evde yalnız kalırsa başına bir şey geleceğinden ve yardım alamayacağından kaygılanan kişi evde yalnız kalamaz hale gelir, yanında mutlaka birinin kalmasını ister. Kaçındıkça, kaygıları kişiyi kovalar. Günlük hayatının birçok cephesinde kısıtlanmalar başlar, giderek kişinin yaşam kalitesi düşer. Böylece “Panik Bozukluğu” denilen kısır döngü oluşur.

Panik Atakları neden olur?

Korku ve endişe aslında olağan insani duygulardır. Sağlıklı her insanda; gerçek tehlikelerden korunmak için biyolojik bir alarm sistemi vardır. Gerçek bir tehlike yokken, alarm sisteminin çalışmasına panik atağı denir. Ortalıkta duman yokken, yangın alarmının çalması gibi. Peki neden yanlış alarm? Aslında, esas olarak, iç içe geçmiş üç neden vardır. Bunları: “Biyolojik, Psikolojik ve Sosyal nedenler” olarak özetleyebiliriz. Kişinin içinde yaşadığı sosyal çevre, çocukluk dönemi yaşantıları, geçmiş kayıplar, travmalar, çatışmalar, aşırı stres yüklenme, kişinin psikolojik ve biyolojik yapısı belirleyici faktörlerdir. Çoğu insan, panik bozukluğunu “tıbbi” bir durum sanır, ama değildir. Beynin biyolojisi, vücudun kimyası bozulmuştur fakat bozukluğun özü psikolojiktir. Biyo-Psiko-Sosyal bir tetiklenme sonrasında; tehlike algısı ve tedbir arayışları başlar, ataklar içinden çıkılmaz hale gelir

Panik Atağı yaşayan kişi ne yapmalıdır?

Maalesef; panik atağı yaşayan birçok insan, psikiyatristlere başvurmak yerine, dahiliye uzmanlarına, nöroloji uzmanlarına, acil tıp merkezlerine, hastanelere, polikliniklerebaşvurur. Lüzumsuz birçok tıbbi tetkik yapılır, ilgisiz tedaviler uygulanır, niyeyse başvuran kişiye “serum verilir” veya “iğne yapılır” ve “senin bir şeyin yok” denilerek evine gönderilir. Yapılan tetkiklere ve tedavilere epeyce para ve zaman harcanır, ancak, ne tetkiklerin sonucunda bir şey çıkar ne de kişi tedavi olur. Panik atağı yaşayan kişi; “tıbba” elini verip, kolunu geri alamaz hale gelir, “tıp tepmesine” uğrar, şaşkınlığı ve çaresizliği daha da artar.

Panik Bozukluğu yeni bir hastalık mı?

Hayır. Hipokrat da M.Ö 400’lü yıllarda panik vakaları tanımlamıştır.1900’lü yıllara doğru yapılan Amerikan iç savaşındaki askerlerde çarpıntı, göğüs ağrısı ve fenalaşma ile giden “İrritabl Kalp Sendromu” tanımlanmıştır. I.Dünya Savaşındaki kimi askerlerde de benzer belirtiler görülmüş ve “Asker Kalbi” adı verilmiştir.

Günümüzde panik ataklarının arttığını söyleyebilir misiniz? Görülme sıklığı nedir?

Panik Bozukluğu; sık görülen bir rahatsızlıktır. Toplumda görülme sıklığının % 2-5 arasında olduğuna dair çalışmalar var ama klinik pratikte daha yaygın olduğu kanaatindeyim. En sık görüldüğü yaşlar 20’li ve 30’lu yaşlar. Kadınlarda iki-üç kat daha fazla görülüyor. Günümüzde, giderek, dünyanın daha kaygı verici bir yer olduğunu deneyimlemekteyiz. Emniyette olmadığımız hissi artıyor. Güvenlik normlarımız değişiyor. Eğlenmek için gidilen bir semtin meydanında bomba patlayabiliyor. Sosyal sınırsızlıklar artıyor. Bilimsel olmayan tıbbi yorumlarla zihinler kirleniyor, kaygıyı arttıran tutumlar öğreniliyor veya öğretiliyor. İnsanlarda tehlike algısı ve tedbir arayışı artıyor. Bir şekilde medyanın da katkısıyla algılarımız bozuluyor ve kaygılarımızı tetikleyebilen unsurlar artıyor. İnsanının yalnızlaşması ve stresini dağıtamaması da cabası.

Panik Bozukluğu için risk faktörleri nelerdir?

  • 50 yaşın altında olmak,
  • Kadın olmak,
  • Boşanmış olmak,
  • Düşük eğitim düzeyi,
  • Kişinin geçmiş öyküsünde sevilen bir yakının kaybı,
  • Çocuklukta maruz kalınmış cinsel istismar,
  • Çocuklukta erken ve sık kayıplar,
  • Kentte yaşamak,
  • Ailede panik bozukluğu olması.

Panik bozukluğu genetik midir?

Yapılan genetik çalışmalar sonucunda 1. derece akrabasında panik bozukluğu olan kişilerde hastalığın görülme olasılığı artıyor. Panik Bozukluğu bazen kalıtımsal kökenli olabiliyor.

Panik atakların görüldüğü tıbbi durumlar var mıdır?

Evet, sınırlı sayıda bazı tıbbi durumlarda panik atakları görülebilmektedir. Bu durumlar: hormonal bozukluklar (tiroid hastalıkları, hipoglisemi, böbrek üstü bezi hastalıkları), aşırı kafein kullanımı, kokain, ekstazi, alkol, bazı ilaçlar, beyin tümörü, kalp ritim bozuklukları, epilepsi, vitamin-mineral eksiklikleri, anemi, bruselloz, alerjik durumlar, kronik akciğer hastalıkları.

Panik Atağın Tedavisi mümkün mü?

Evet mümkün. Panik Bozukluğu, sık görülen bir rahatsızlık, ciddiye alınması gereken bir rahatsızlık ve tamamen düzelebilen bir rahatsızlık. Öncelikle, tedavi için doğru teşhis gerekmektedir. Kişinin panik ataklarıyla başa çıkıp kalıcı olarak tedavi olabilmesi için ne yaşadığını anlamlandırması önemlidir. Tedavinin başında şu söylenebilir: “insan, anlamlandıramadığı korkuyla baş edemez, ne yaşadığınızı anlarsanız, bunun üstesinden de gelebilirsiniz”. Tedavide ana hedef, kaygıyı sıfırlamak değil, başa çıkmayı öğretmektir. Panik bozukluğu olan kişinin psikolojisi, biyolojisi ve sosyal sağlığı bozulmuştur. Bunun için bu üç alanda da tedavi desteği gerekir. Yani ilaç tedavisi, psikoterapi ve sosyal aktiviteler gerekmektedir.

Psikiyatriste gitmelerine rağmen kimi insanlar neden yıllarca panik atakları yaşıyabiliyor ?

Çünkü panik hastalığının ve tedavisinin mantığı, hastalara yeterince anlatılmıyor, öğretilmiyor. Panik atağı yaşayan kişi, korkunun üzerine gitmek yerine kaçmayı veya durumu geçiştirmeyi dener. Korkudan kaçınmak için; yüzünü yıkar, duş alır, hava almaya çıkar, hastane civarında gezer, yanında ilaç taşır, düşünmemeye çalışır. Her panik atağında, “bunu yapmasam beni yakalayacaktı, zor atlattım” diye düşünür. Halbuki iki şey yapması çok işe yarar: birincisi; ne olacağından korktuğunu bulmak, örneğin “arabaya yalnız binersem kalp krizi geçireceğimden korkuyorum” ; ikinci yapacağı ise “korktuğum şeyin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini görme fırsatını kendime tanıyacağım” diyerek korku senaryosunu test etmek. Hastalığın sürmesine neden olan en sık hatalardan birisi de organsal bir rahatsızlık olduğunu düşünüp hastaneden hastaneye, doktordan doktora gezinmektir. Hastalığın iyileşmeyeceği umutsuzluğuna kapılmak veya tedaviyi aksatmak da atakları besler.

Panik Atak Tedavisi ne kadar sürüyor?

Yıllarca süren bir tedavi değil. Kişinin tam olarak ne yaşadığını öğrenmek için biraz zaman ve emek gerekiyor. Bunun için değerlendirme seansları yapılıyor. Ortalama 4-6 seansta panik bozukluğuna kalıcı bir tedavi çerçevesi çizilebiliyor. En az 6 ay ilaç tedavisi sürdürmek gerekebiliyor. Zamanı gelince ilaçlar tedricen azaltılarak kesiliyor. Kişi ataklarla başa çıkmayı öğrendikçe bunu beceriye dönüştürebiliyor ve kendi terapisti haline gelebiliyor.

Tedaviye neler yardımcı olabilir ?

Günlük yaşamında kişinin kendisine soluklanabileceği bir alan açması işe yarayabilmektedir. Biriken stresini dağıtmak için bir takım aktiviteler yapabilir. Haftada iki gün, yarımşar saat yapılacak fiziksel egzersiz, örneğin yürümek, koşmak, yüzmek, bir spor salonuna üye olmak. Bireysel olarak keyif alabileceği, kafasını dağıtabileceği uğraşlar keşfedebilir. Resim yapmak, yazı yazmak, kitap okumak, edebiyat, müzik, dans gibi herhangi bir sanatsal yaratıcılıkla ilgili bir takım kaynaklar arayabilir. Kişi ne kadar boş kalırsa, o kadar bedenini dinlemekte ve kaygı verici bedensel duyumlar artabilmektedir. Bedenini dinlememeyi, bedeniyle uğraşmamayı öğrenmelidir. “vücudumda zaman zaman uyuşma-karıncalanma-titreme olabilir, çarpıntı olabilir, bazen nefesim sıkışabilir, başım dönebilir” diyebilmeyi öğrenmek mümkündür. “en kötü senaryom ne? gerçekleşecek mi göreyim bakalım?” ya da “bu düşünceyi ben getirdim yine ben götürebilirim” gibi düşüncelere meydan okuma teknikleri işe yaramaktadır.

Panik atak başka sağlık sorunlarına neden olur mu?

Tıbbi başka sorunlara sebep olabilecek bir rahatsızlık değildir. Fakat tıbbi bozukluğa yatkınlık varsa onu daha belirgin hale getirebilir. Aşırı çalışan stres hormonları, birçok organı ve sistemi olumsuz etkileyebilir.

Ölüme yol açabilir mi?

Aslında tıbben emniyetli bir rahatsızlıktır. Kişinin, ataklardan dolayı hayatını kaybetme riski çoğu zaman bulunmamaktadır.

Panik bozukluğuna eşlik eden durumlar nelerdir?

Depresyon eşlik ettiğinde intihar düşünceleri olabiliyor. “Bu korkuyla başa çıkamıyorum ölsem de kurtulsam” noktasına kadar gelinebiliniyor. Bu ciddiye alınması gereken bir durumdur. Alkol madde kullanımı artabiliyor. Sakinleşip uyuyabilmek için alkol kullanımı başlayıp giderek alkol tüketimi artabiliyor, alkolün kendisi, panik atak biyolojisini daha da tetikleyebiliyor. Kişi uyumaktan korkar hale gelebiliyor ve “uyku panikleri” oluşuyor.

Panik Atak bir “delilik hali” midir?

Bazı panik atak hastalarına “acaba çıldıracak mıyım? aklımı kaybedecek miyim ?” gibi duygular eşlik ediyor. Bilinmesi gereken bir durum var, panik bozukluğu, bir akıl hastalığı veya zeka geriliği değildir. Panik atak hastalarının bir kısmı her ne kadar aklını kaybedeceğini sansa da bu bir akıl hastalığı haline dönüşmez. Bu durum, şizofrenik bir hal almaz, tam tersi çoğu panik hastası akıllı insanlardır, IQ’ları yüksektir.

Panik Atak Yaşam kalitesini etkiler mi?

Evden çıkmak, işe gitmek, spor, seks, gezi, namaz gibi efor gerektiren etkinliklerden vazgeçmek, atağı önleyeceğini düşündüğü bir takım şeyleri yanında taşımak, bayılma korkusundan dolayı üzerinde değerli eşya taşımamak ve tıbbi yardım alabileceği yerlere yakın gezmek gibi yaşam kalitesinin her alanında kısıtlamalara neden olmaktadır.

Panik atağı yaşayan kişiye yakınları nasıl davranmalıdır?

Aileleri bilgilendirmek önemlidir çünkü ailelerin tutumu, tedavi sürecini olumsuz etkileyebilmektedir. “Bir şey olmayacak” yaklaşımı işe yaramamaktadır. Ailelere aşırı koruyucu tutumlara girmemelerini ve telaş yapmamaları öneriyoruz. Panik atak yaşayan kişinin durumu kapris, şımarıklık ya da zayıflık olarak değerlendirilmemelidir. Kişi yoğun bir kaygı hissi yaşamaktadır ve bunu uydurmamaktadır. Kişinin yanında olunduğu hissettirilmeli ama kendi sorumluluğunu almasına da teşvik edilmelidir. Panik atakları dış destekle değil, iç destekle iyileşir. Aksi halde taşıma suyla değirmen dönmez!

Çok ilginç vakalar oluyor mu?

Tabi ki. İstanbul’da köprüyü geçemeyenler, uçağa binemeyen iş adamları, tekrar tekrar yaptırılan AİDS testleri, beyin MR’ları, anjiolar.

Hayatı bir gemi yolculuğuna benzeten metaforu çok beğeniyorum. İnsanların bir kısmı yaşam yolcuğunun tadını çıkarmaya çalışırken, bir kısmı “bu yolculuk bitecek” diye kamarasından çıkmıyor veya gemide geriye doğru koşmaya çalışıyor. Aslında bu yolculuk, her halükarda sona erecek. Bu nedenle, ne yapıp edip, kaygı ve ölüm ile birlikte yaşamayı öğrenmeye çalışmayı öneririm.

“Az kaygılı” günler dilerim. Çünkü dünya emniyetli bir yer değil. Ve bu dünyada kaygısız, kayıpsız ya da risksiz yaşam diye bir şey yok

Harita

Hekim.Net

Close