Ömer Faruk Özdemir

Onaylanmış Üye
  • 990
  • +

El vardır ele olur el,

Bel vardır bele olur bel...

Üyelik
Öğrenci
bir HekimSözlük girişi ekledi 

Küçücük bir ana çok büyük duygular sığdırırız bazen. İşte böyle anlardan birini muhteşem bir şekilde görselleştirmeyi başaran Frederic William Burton’un ‘Kule Merdivenlerinde Buluşma’ adlı eserinden bahsedeceğim size.Eser konusunu bir orta çağ Danimarka şarkısında adı geçen Hellelil ve Hildebrand’ın hikayesinden alıyor.Bu şarkıda, Danimarka Kralının kızı Prenses Hellelil ile Kraliyet ailesinin şövalyesi olan Hildebrand imkansız bir aşkın içine düşerler. Prensesi koruması gereken şövalye ve prenslere layık görülen prenses gizlice bir ilişki yaşamaya başlar.Ancak bu sır iki kişi arasında çok fazla süre kalamaz ve kral her şeyi öğrenir. Bu ilişkiyi asla onaylamayan ve öfkeden gözü dönen Danimarka Kralı ve yedi oğlu Hildebrand’ı öldürmeye karar verirler.Sonunda kral, oğulları ile birlikte cesur şövalyenin karşısına çıkarlar. Hildebrand muhteşem bir savaşçıdır ve hem kralı hem de altı oğlunu öldürmeyi başarır. Ancak bu çok da kolay olmamış ve Hildebrand da çok ciddi yaralar alır.Yorgun ve yaralı olan şövalyenin karşısında sadece kralın en küçük oğlu ayakta kalır.Vücudundaki ağır yaralara rağmen Hildebrand bu son prensi de yenmeyi başarır ve onu da öldürmek üzere olduğu sırada küçük kardeşine çok bağlı olan ve şefkatli bir yüreğe sahip olan Hellelil sevgilisinden kardeşini bağışlamasını ister.Hildebrand bu küçük kardeşi bağışlar ancak ayakta kalacak gücü de artık kendisinde bulamaz ve yere yığılıp oracıkta ölür. Diğer altı taht adayı öldürüldüğü için en küçük prens tahta çıkıyor ve hayatını kurtarmasına rağmen prenses Hellelil’e hayatı zindan eder...

Her ne kadar canı bağışlansa da babasının ve kardeşlerinin, kız kardeşi ile yasak ilişki yaşayan bir şövalye tarafından öldürülmesini hazmedemeyen yeni kral, kız kardeşini zindana attırır. Hildebrand öldüğü ve artık intikamını alamayacağı için tüm hırsını Hellelil’den çıkarır.Prenses Hellelil önce çok ağır işkencelere maruz kalır, ardından da köle olarak satılır.Hikayesi acı bir son ile biten ve imkansız bir aşkı anlatan bu şarkıyı resmetmeye karar veren William Burton, Hellelil ve Hildebrand arasındaki dramatik bir ana odaklanmayı tercih etmiş.Kalenin içinde, kulenin merdivenlerinde karşılaşan prenses ve şövalyenin çok kısa bir anına tanıklık ediyoruz. Duygu yoğunluğu çok güçlü olan bu eserde Hildebrand, belki de odasına doğru çıkan prensesi kolundan tutarak kokusunu içine hapsetmeye çalışıyor.Prenses duygusal olarak o kadar yorgun gözüküyor ki, Hildebrand onun kolunu kokladığı sırada duvarlara tutunarak utangaç bir tavır sergiliyor. Bu ifade ile ressam bu duygusal şarkıya biraz yorumlama getiriyor.Hellelil’in içinde bulunduğu bu ilişkiden memnun olmadığını hissediyoruz. İmkansız aşkını deliler gibi sevdiğini ancak prenses olduğu için bu yaptığının yanlış olduğunu düşündüğünü Hellelil’in duruşundan rahatlıkla anlayabiliyoruz.Belki de yakalanmaktan korkuyordu diyebilirsiniz ancak gözlerini kapatmış ve başını başka bir yöne çevirmiş. İmkansız aşklar böyle değil midir zaten? Aşık olduğunuz kişi yüzünden kendinize kızıp utandığınız olmadı mı hiç?İşte ressam bu öfkeyi veya utanmayı da teatral ifadelerle güçlü bir şekilde ortaya koyuyor. Hildebrand ise cesur bir şövalye olduğu içinde merdivenlerdeki karşılaşmayı değerlendirmek ve aşığının kokusunu korkusuz bir şekilde içinde çekmek istiyor.

Eserin içinde hikayenin devamına dair bulunan tek sembol ise bu aşkın çabucak sona ereceğini işaret eden yerdeki gül yaprakları oluyor...

Sonuç olarak William Burton öyle bir şaheser ortaya koyuyor ki İrlandalılar bu eseri 2012 senesinde ülkelerinin en güzel resmi ilan ediyorlar.Esere o kadar değer veriyorlar ki deforme olmasını ve nem oranından etkilenmesini önlemek için haftanın iki günü ziyarete açtıkları gibi bu ziyaretlerin süresini ise birer saat olarak kısıtlıyorlar.

Okuduğunuz için teşekkürler, sanatla kalın...




bir HekimSözlük girişi ekledi 

1888’de ruhsal hastalığının ilk nöbetlerini geçirmeye başlayan Hollandalı ressam Vincent Van Gogh, kendi rızasıyla, Arles yakınlarındaki St. Paul Akıl Hastanesi‘ne yatırıldı. Hastane müdürü ile ressamın kardeşi Theo Van Gogh, ressamın rahatlıkla çalışması için gerekli olan ortamı sağlamışlardı ancak açık havada resim çizmesine izin verilmemişti. Bu dönemde kardeşi Theo ona Gustave Doré‘nin bir gravürünü yolladı ve Van Gogh bu gravürden esinlenerek akıl hastanesinde kaldığı dönem olan 1890 yılında tuval üzerine yağlı boya ile Tutuklular Çemberi tablosunu çizdi.Mavi-yeşil tonların hakim olduğu tabloya ilk baktığımızda, duvarlarla çevrili küçük bir hapishane avlusunda çember halinde gidip gelen  mahkumları görüyoruz. Tablo, hayatı ressamın hayal ettiği şekilde kapalı bir çember olarak betimler. Tablonun merkezindeki tek şapka takmayan sarı saçlı figüre dikkat ettiğimizde ise Van Gogh’un bu figürle iç dünyasında yaşadıklarını tabloda resmettiğini görürüz. Bu adam fiziksel olarak da benzediği için Van Gogh’un ta kendisi olarak yorumlanabilir. Kasvetli bir kısır döngünün ortasında her şeyi anlayan ancak hiçbir şeyi değiştiremeyen yalnız, üzgün bir mahkum gibi.Van Gogh şu an dünyada en çok bilinen ressamlardan biri olsa da hayatı boyunca sadece bir tane tablosunu satabilmişti.Tabloda yukarı doğru uçmakta olan iki beyaz kelebek görünüyor. Bu beyaz kelebekler, özgürlüğün olduğu kadar kaybedilmiş saflığın, masumiyetin de sembolüdür. Van Gogh bu iki kelebeği ‘Bahar’ isimli tablosunda da resmetmiştir ancak Tutuklular Çemberi tablosunda kelebeklerin uzaklaştığını görüyoruz.Bu tabloyu asıl ilginç yapan özelliği ise ressamın intihar edeceği yaşa eşit sayıda insan figürü yer alıyor olmasıdır. 37 yaşında intihar eden Van Gogh, bu tablosunda da tam olarak 37 insan figürü kullanmıştır. Tablodaki her mahkum hayatının yıllarını temsil ediyor olmalı.

Okuduğunuz için teşekkürler. Sanatla kalın...

Hekim.Net

Close